Mısır’lı Eren Meryem’in Pazarı, büyük oruç devresinin beşinci ve son pazarıdır. Fahişe hayatı yaşarken tövbe eden Mısır’lı Eren Meryem’in (522) hatırlandığı bu Pazar günü, oruç devresinin son haftasının başlangıcıdır. Daha sonra Hurma Dallarının Pazarı ile Kutsal Hafta başlar.
RUHSAL KONU
Bu Pazar gününün ruhsal konusu üç bölümden oluşur:
- Geçmişte işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin çokluğu, içtenlikle tövbe etmiş bir kişinin Tanrı ile barışmasına engel olamaz.
- Mesih, günahkarları tövbeye çağırmaya ve onları günahlarından kurtarmaya gelmiştir.
- Eren Meryem aracılığıyla, hayatımızda ve oruç devresinde tövbe etmek için çok geç kalınmadığını ve hala tövbe fırsatı bulunduğunu görürüz
MISIR’LI EREN MERYEM
Saygıdeğer annemiz Mısır’lı Meryem, fahişe hayatı yaşarken tövbe etmiş ve çölde münzevi bir yaşam sürmüştü. Altıncı yüzyılda yaşamış ve 522 senesinde dikkate şayan bir şekilde bu dünyadan ayrılmıştır. Kilise onun yortusunu, öldüğü gün olan 1 Nisan’da kutlar; ayrıca büyük oruç devresinin beşinci pazarında da anılır.
HAYATI
Henüz on iki yaşındayken bedeninin tutkularına uyup İskenderiye’ye gitmek için anne-babasını terk eden Meryem, İskenderiye’de 17 yıl boyunca bir fahişe olarak yaşayıp birlikte olduğu erkeklerden para istemek yerine geçimini dilencilikle ve keten eğirerek sağladı. Nasıl olduysa, bir gün kutsal çarmıha saygıda bulunmak için Yeruşalim’e yelken açmaya hazırlanan bir grup genç erkekle karşılaştı. Bu gruba katılan Meryem, eğlence amacıyla yolculuk eden erkekleri ayarttı; ancak grup Yeruşalim kentine ulaşıp Kiliseye yaklaştığında görünmez bir güç, Meryem’in Kiliseye girmesine engel oldu. Üç başarısız denemeden sonra dışarıda Kilise avlusunda kalan Meryem, kafasını kaldırdığında Tanrı-doğuranın bir ikonasını gördü. Ağlamaya başladı ve kutsal çarmıhı görebilsin diye Tanrı-doğuranın ona izin vermesi için var gücüyle dua etti. Sonrasında ise tüm dünyevî arzularından vazgeçmeye ve Tanrı-doğuranın onu yönlendireceği yere gitmeye söz verdi.
Kilise kapısındaki bu içten tövbesinin ardından, münzevî hayatı yaşamak için çöle gitti. Orada yıllar boyunca sadece üç somun ekmekle ve sonra da çölde yetişen nadir acı otlarla hayatta kaldı. Bir 17 yıl boyunca daha vahşi hayvanlar, yani çılgın arzu ve tutkular yüzünden acı çekti. Bu denenme yıllarından sonra ise tutkularının üstesinden gelmeyi başardı ve her şeyde Tanrı-doğuran tarafından yönlendirildi.
Çölde tek başına geçirdiği 47 yılın sonunda Peder Aziz Zosima ile karşılaştı ve bu ruhani Meryem’in hayat hikayesini dinlemek istedi. Meryem, yaşadıklarını büyük bir alçakgönüllülük ile anlatırken Tanrısal sezgi yeteneğine sahip olduğunu da gösterdi. Daha önce hiç görmemiş olsa da Zosima’nın kim olduğunu ve neler yaşadığını biliyordu. Meryem, Zosima’nın gelecek sene Kutsal Perşembe günü Ürdün Nehri kıyısında gün batımında kendisini görmeye gelmesini istedi.
Zosima, söyleneni yaptı; ancak güneş batmak üzere olduğundan ve Meryem geç kaldığından onu bir daha göremeyeceğini sandı. O sırada Meryem, Ürdün Nehri’nin karşı yakasında belirdi ve haç işareti yaptıktan sonra suyun üzerinde yürüyerek Zosima’nın yanına gitti. Zosima başını öne eğip onu selamlamak istediğinde ise Meryem, Zosima’nın bir ruhani olduğu ve kutsal gizemleri taşıdığı için daha fazla saygı hak ettiğini söyledi. Kutsal komünyonu alan Meryem, Peder Zosima’ya manastırı hakkında öğüt verdikten ve gelecek sene aynı gün ilk buluştukları yere gitmesini söyledikten sonra su üstünde yürüyüp nehrin karşı yakasına geçti.
Zosima bir sene sonra Meryem’i görmeye gittiğinde onun cansız bedenini ve Meryem’in kuma yazdığı yazıyı buldu. Bu yazıda Meryem, defnedilmek istediğini belirtmiş ve geçen sene kutsal gizemi alır almaz öldüğünü söylemişti. (Bu ise onun bedeninin şimdiki yerine sonradan mucizevi bir şekilde taşındığını gösteriyordu). Büyük şaşkınlık yaşayan Zosima toprağı kazmaya başladı; ancak kısa sürede yoruldu. O sırada bir aslan yaklaşıp Zosima’ya yardımcı oldu. Mısır’lı Eren Meryem böylesine çarpıcı bir şekilde ölüp gömülmüştü. Zosima manastırına dönüp tüm gördüklerini ve yaşadıklarını oradakilere anlattı ve keşişlerin ve rahiplerin hatalarını görüp düzeltmelerine yardımcı oldu. Aynı manastırda yaklaşık 100 yaşında öldü.
Mısır’lı Eren Meryem’in hayatı daha sonra Yeruşalim patriği Aziz Sofronius tarafından kaleme alındı.
Mısır’lı Meryem’in hayat hikayesi Aziz Andreas’ın Büyük Kanonu ile birlikte Paskalya orucu devresinde okunmaktadır.
================================================
İlahi (Apolytikion): Yücelerden indin, ey şefkatli olan, ve tutkularımızdan kurtulabilelim diye üç gün gömülü kalmaya tenezzül ettin. Yaşamımız ve dirilişimiz olan Rab, övgüler Sana!
İlahi (Kontakion): Ölümden dirilince, ölmüş olanları da Seninle birlikte kaldırdın ve Adem’i yaşama döndürdün. Şimdi Havva, Senin dirilişini kutluyor ve dünyanın uçlarına kadar Senin dirilişinin bayramı kutlanıyor, ey en üst düzeyde merhametli olan!
İlahi (Dönemsel Kontakion): Sana, ey Tanrı-doğuran, yenilmez koruyucu, tehlikeden kurtulmuş olan ben, Senin şehrin, zafer kutlamasını bir sunu olarak adıyorum. Karşı koyulmaz gücünle beni tüm sıkıntılardan güvende kıl, öyle ki Sana şöyle diyebileyim: "Sevin, ey kocasız gelin!"
AYİNDE OKUMALAR
Elçisel Mektup: İbraniler 9:11-14
Ama Mesih, gelecek olan iyi şeylerin başkâhini olarak ortaya çıktı. Elle yapılmamış, yani bu yaratılıştan olmayan daha büyük ve daha mükemmel çadırdan geçti. Erkeçlerin ve danaların kanıyla değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanıyla kutsal yere ilk ve son kez girdi. Murdar olanların bedensel temizliği için üzerlerine serpilen düvenin külleri ve erkeçlerle boğaların kanı onları kutsal kılıyor. Öyleyse sonsuz Ruh aracılığıyla kendini lekesiz olarak Tanrı'ya sunmuş olan Mesih'in kanının, diri Tanrı'ya kulluk edebilmeniz için vicdanınızı ölü işlerden temizleyeceği ne kadar daha kesindir!
İncil: Markos 10:32-45
Yola çıkmış Kudüs'e gidiyorlardı. İsa önlerinde yürüyordu. Öğrencileri şaşkınlık içindeydi, ardından gelenler ise korkuyorlardı. İsa Onikileri yine bir yana çekip kendi başına gelecekleri anlatmaya başladı: «Şimdi Kudüs'e gidiyoruz» dedi. «İnsanoğlu, başkâhinlerin ve din bilginlerinin eline teslim edilecek. Onlar da O'nu ölüm cezasına çarptıracak ve diğer uluslara teslim edecekler. O'nunla alay edecek, üzerine tükürecek ve O'nu kamçılayıp öldürecekler. Ne var ki O, üç gün sonra dirilecek.» Zebedi'nin oğulları Yakup ile Yuhanna İsa'ya yaklaşıp, «Öğretmenimiz, bir dileğimiz var, bunu bizim için yapmanı istiyoruz» dediler. İsa onlara, «Sizin için ne yapmamı istiyorsunuz?» diye sordu. «Sen yüceliğine kavuşunca birimize sağında, ötekimize de solunda oturma ayrıcalığını ver» dediler. «Siz ne dilediğinizi bilmiyorsunuz» dedi İsa. «Benim içeceğim kâseden siz içebilir misiniz? Benim vaftiz olacağım gibi siz de vaftiz olabilir misiniz?» «Evet, olabiliriz» dediler. İsa onlara, «Benim içeceğim kâseden siz de içeceksiniz, benim vaftiz olacağım gibi siz de vaftiz olacaksınız» dedi. «Ama sağımda ya da solumda oturmanıza izin vermek benim elimde değil. Bu yerler belirli kişiler için hazırlanmıştır.» Bunu işiten diğer on öğrenci Yakup'la Yuhanna'ya kızmaya başladılar. İsa onları yanına çağırıp şöyle dedi: «Bilirsiniz ki, ulusların önderleri sayılanlar, onları egemenlik hırsıyla yönetirler, ileri gelenleri de onlara ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkârı olsun. Aranızda birinci olmak isteyen, hepinizin kulu olsun. Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları uğruna fidye olarak vermeye geldi.»********
İNCİL AÇIKLAMASI ;
ORUCUN BEŞİNCİ HAFTASI
(Markos 10: 32- 45)
T e k Y ü r e k t e n İ k i A ş kBu imanlı kadının yaşamı beşeri varlıkta derin bir gerçeği ortaya çıkarır. Pazar günü kontakionun da söylendiği gibi : Başlangıçta kirliliğin çamurunda idin …. ama sonra meleklerin yaşamıyla yarıştın… Evet beşeri varlığın doğası budur. Bu da onun özgürlüğü sayesindedir. Melek olabildiği gibi vahşi bir hayvan kimliğine de bürünebilir. Aziz Agustin’nin dediği gibi insan ruhu ile de bedensel olabilir veya bedeniyle de ruhsal olabilir. Mısırlı Meryem’in yaşamı bir insanda bu iki görüntünün örneğini vermektedir.
Kutsal Kitap beden ve ruh arasındaki bu Antolojik felsefi çekişmeyi reddeder. Beden nefsin hapishanesidir ve onu terbiye edendir diyen felsefe teorisini kabul etmez. Beden ve ruh arasında ki çekişme ahlaki bir tezattır.Bu “Yaratılmışları arzulamak” veya “Yaratanı arzu etmek” arasında var olan tezattır. Ve insan bu çekişmede denemeye tabi olandır. İnsanın kalbi yaradanın aşkına maruz olduğu gibi yaratılmışların aşkına da maruzdur. Yaradanı yüreğin aşkı olarak seçmek insanı ruhani yapar ve yaratılmışları iffetli bir şekilde kullanır ve yaradanın aşkı ile dolu olduğu için bir başka aşkın eksikliğini duymaz. Ama yaratılmışları yüreğine aşk olarak seçmek ise ruhsal bir zinadır. İnsanı hayvani varlıklar seviyesine düşürür. Zira yüreğin nerede ise hazinen de oradadır (Matta 6:12) . İnsanın değeri yüreğindeki arzuların değeriyle eşittir. Saygınlığı da sevdiği konuların saygınlık miktarıyla eşittir. İnsan dinamik ve gelişen ve yüreğinde ki rağbetlerin örneği olan bir varlıktır. Kendine ruhsal ürünleri arzu olarak seçerse bedenini de ruhanileştirir. Ve eğer dünyevi arzuları seçerse ruhu söndürür (1.Sel. 5:19) . Kutsallaşma sözünde kastımız Kuddus gibi olmaktır. Diğer bir deyişle, yüreğimizde ki ile Allah’ın yüreğinde olanın uyuşmasıdır. İnsan yüreğinde yalnız Allah aşkı olunca bir başka bağlantı olmayınca, yürekte bir tek rağbet kalır “Melekutun gelsin, iraden olsun”.
İnsan varlığı yalnız doğma ve gelişme ile var olmaz . Bu o varlığın şahsiyetine de bağlıdır. Yalnız var olmanın bir önemi yoktur. Daha önemlisi nasıl var olacağındır. Önemli olan soru, maymundan da gelmiş ve gelişmiş olsa bile insanın nereden geldiği sorusu değildir. Önemli olan insanın nereye gitmekte olduğudur. Amaç, mademki onun sureti üzerine yaratıldı öyleyse bir ilaha doğru gitmesidir.
Hıristiyanlık ruhsal yaşamında daha önemli olan günahın sebebinin yaratılışta değil yaratılmışlarda olduğunun tesbitidir. Yani doğasında değil özgürlüğündedir. Günah bedenden değil ruhtan başlar. İlk günaha düşüş, bedenleri olmayan melekler aleminde oldu. Günah zihinde başlar ve bedende eyleme dönüşür, bunu aksi şeklinde değil. Beden etkilenendir etkileyen değildir. Altınağızlı Aziz Yuhanna’nın görüşü budur. Günah bedene karşı ruhun bir kötülüğüdür. Adem, bedeni onu kışkırttığı için günah işlemedi, aksine ruhu ilahi sevgi karşısında tembelleştiği ve yaratanı yerine yaratılmışları arzuladığı için günah işledi. Beden, hatalı ruhsal arzuların hizmetkârı olduğu gibi, doğru seçeneklerin de hizmetkârıdır.
Bu nedenle gerçek ruhsal yaşamın başlangıcı “Kendini bil” durumudur. Yani yüreğindeki özlemleri tanı ve bu yüreğin neyi seveceğini veya neyi reddedeceğini belirle. İmanımız beşeri yüreğin gerçek aşkının dünyevilikler değil, tanrısallıklar olduğudur. İnsanın “Benimle ilgisi yok” şeklindeki takıntısı yürek aldanmışlığının bir ön belirtisidir.
Aziz Gregoryos El-Naysisi’ye göre kalp gerçekte aslına , yani Allah’a meyillidir. Bu nedenle bazı ruhanilerin ilahi aşktan dünyevi aşka döndüğü durumlar pek nadirdir. Ama Mısırlı Meryem örnekleri beşeri tarihte çoktur. Bedensel arzu ve rağbetlerin korkunç bataklığına batmışken bu tür bir yaşamdan ilahi aşka doğru bir daha dönmemek üzere uçan insanların örneği çoktur. Bu ise, doğasının gerçeğine uygun olarak davranan yüreklerin şevk ve rahatlığını mutlaka bulduğunun delilidir. Oysa yüreği mesken tutan hatalı aşkların durumu bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Karanlık ve aldanma devam ettikçe süren bu durumları ancak bilgi ve nimet yok eder. Buradan, aralarında en büyük günahkârların da bulunduğu azizlerde neden sarsılmaz bir ümit olduğunu anlayabiliriz. Bunların müthiş bir sevgi ve büyük bir saygıya sahip oldukları da bir gerçektir. İmkânsız olan durumlarda bile bu iyimserliğin sebebi, günahın kişinin tabiatı ile ilgili değil, yüreğin bir sapmasıyla ilgili olmasıdır. Günah, özgürlüğünü arzu eden ama onu yalnızca ilahi sevgi aşkını yakaladığında bulabilen kalbe uygulanan öfkenin delilidir. İnsan yüreği yalnızca ekmekle yaşam bulmaz, Tanrı sözüne daha çok ihtiyaç duyar. İnsan, dünya için yalnız bir tüketici değildir, aynı zamanda yaratıcı özelliği ile de ikinci yaratandır. Onun bu tekniği dünyanın ruhsallığıdır. Temiz bir yürek alemi de paklar. Dünyanın hepsi insan ruhsallığının uygulama alanıdır. Esas günah dünya ile olan dünyevi diyalogtur. Yaşam ise insanın dünya aracılığıyla ruhsal olarak Allah ile olan diyaloğudur. Beşeri bir kalbin gerçek rağbeti budur.
Mısırlı Meryem dünya ile yalnızca dünyevi bir ilişki kurmadı, kutsallıklar ile de aynı davranışı gösterdi. Öyle ki Haç Bayramında ruhani bir ziyarette kendi zevkini isteyecek kadar bir ahlaksızlık seviyesine gelmişti. Ama ruhun ışıltıları karşısında ahlaksızlık gücünün karanlığı nedir ki? Kötü niyetle geldiği hacılar kafilesinde, yüreği heykel kapısı önünde dondu. Kendisi yüreğini aldatırken o yürek haç korkusu önünde gerçek aşığına tutundu. Biz yüreğimize ne kadar baskı yapsak da onun içindeki tanrısallık aşkını ve gerçek doğasını öldüremeyiz.
O anda Mısırlı Meryem’in içindeki ahlaksızlık gücü bir tövbe enerjisine dönüştü. Bu kadın on yıl boyunca yüreğinin susamışlığını gidermeyen lezzetlerle yüreğini aldattı, ama o susamışlığı kırk yedi yıl süren oruç ve dua yaşamıyla giderdi. Ey onurlu dönüşümü ile daha iyi olana intikal eden saygın kadın, bedensel lezzetleri reddeden ilahi şevkin sahibi, ey ateşli imanın timsali övünçlü Meryem, ilahilerimiz Mısırlı Meryem’i bu sözlerle över.
Kalbimizi özgür bırakalım ve ona gerçekten sevdiği şeyi verelim. Aziz Büyük Basilyos şöyle der: Kendi benliğini bil ve ona gerçek gıdasını ver. Tövbe, rahatlıktan yorgunluğa geçiş değildir. Aksine tövbe özgürleşmektir. Tövbe anı belki zordur ama bu içinde bulunulan çamurların derinliğine bağlıdır. Ama tövbe aşık ile aşık olunanın buluşmasının rahatlığıdır.
Beşeri yürek insan özgürlüğünün seçeceği birçok aşıklar için bir sahne olabilir. Bu Mısırlı kadının kalbinde iki sevgili dolaştı, dünya ve Allah. Ama yürek ancak kendi yaratanı ve gerçek sevdiği ile rahat bulur. Tövbe insan için gerçek sevginin yaşamıdır. Amin.