Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri

ÁÆİÆLERİN HAYAT HİKAYELERİ

 

GREGORİUS (NİSSA’ LI)  -  (331-399)

 

Gregorius 331 yılına doğru doğmuştur. Aziz Büyük Basilius’ un ve azize Macrina’ nın kardeşidir. Nasıl bir eğitim görmüş olduğu bilinmemektedir, fakat eserlerinden Gregorius’un çok büyük bir kültür sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Çağdaşları arasında en kültürlü kimse olarak görünmektedir: Platon, Plotinus, Porphirius ve Philon’un düşüncelerini derinden kavramıştır. Aristoteles’i iyi bilmektedir. İreneus’u, Olympos’ lu Methodius’u, Athanasius’u, Ancira’lı Marcellusu ve özellikle Origenes’ i okumuştur. Öte yandan tıp konusunda, geometri ve astroloji konularında bilgi sahibidir. Ailesinin ona sunduğu örneklere rağmen Gregorius, manastır hayatına eğilim duymamış ve evlenmiştir.

371 yılında Nissa (Türkiye, Nevşehir bölgesi) episkoposu olur. Kardeşi Basilius’ un ölümünden sonra, gerek apostolik faaliyetiyle, gerek yazılarıyla tüm büyüklüğünü gösterir. Devrin piskoposlarının mutemet adamı ve imparatorun danışmanı olur. İstanbul konsilinde (381) önemli bir rol oynar. Yavaş yavaş doğru inancın bir tür kontrolörü olur. Gregorius ünlü bir hatiptir.

Yazılı eserleri büyük bir yer tutar: Doktrinal açıklamalar, yorumlar, tinsel kitaplar, söyleşi ve konuşmalar. Bütün eserlerinin ortak özelliğini büyük bir düşünce derinliği oluşturmaktadır. Aziz Gregorius’un güçlü bir teolojisi vardır: Teolojik düşüncesinin hareket noktasını Allah, Mutlak, oluşturmaktadır. İnsan Allah’ın suretinde, Allah tarafından ve Allah için yaratılmıştır. Fakat, özgürlüğünden yararlanarak, gözlerini Allah’tan ayırmayacak yerde, yeryüzüne dikmiştir. Bu, tüm beşer tabiatının izlediği "asıl" günahtır.

Nissa ’lı Gregorius, Kutsal Üçlü-Birlik (Teslis) ve İncarnation konularının da büyük ilahiyatçısıdır. Ayrıca büyük bir mistiktir. Mistik teolojinin gerçek kurucusudur denilebilir. Keşişliğe tinsel bir doktrin kazandırmıştır.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Vaazlardan, 6)

Ey Allah zenginliğinin, bilgeliğinin ve biliminin derinliği! Yargıları ne denli anlaşılmaz ve yolları erişilmez!

Yüksek bir dağın tepesinden aşağıdaki derin ve ölçülmez bir denize bakanların başına gelenler, Rabbin sözlerinin yüksekliğinden, bazı kavramların derinliğine baktığımda benim aklıma da oluyor.

Birçok sahil yerlerinde denize bakan tarafta, adeta ikiye ayrılmış ve tepesinden eteklerine kadar aşındırılmış bir dağ görülebilir. En yüksek tarafında denizin derinliklerine bakan bir doruk bulunur. İşte, o baş döndürücü yükseklikten aşağıdaki akıl ermez uçuruma gözlerini dikenin izlenimi, benim Rabbin "Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Allah’ı görecekler" (Mt. 5.8) diyen gizemli sözünün yüceliğinden gözlerimi aşağılara çevirdiğimde duyduğumun aynısıdır.

Burada Allah yüreklerini arındırmış olanları gözlemine sunulmuştur. Oysa Aziz Yuhanna’ nın doğruladığı gibi, "Allah’ı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir" (Yu. 1, 18). Yüce zekası ile Pavlus bunu tasdik edip ekliyor "Hiçbir insanın görmediği ve göremeyeceği Allah" (1. Tim. 6, 16). Kendiliğinde zekamızın kavramlarına hiçbir destek ve dayanak sunmayan o düz, aşındırılmış ve sarp kayalık budur işte. Musa da doğrulamalarında ona erişilmez demiştir; öyle ki aklımız tepeye varabilmek ve bir şeye tutunmak için ne denli gayret sarf etse de ulaşamaz. Kayamızı tam kesen bir deyiş vardır: Allah’ın yüzünü göremezsin. Çünkü insan O’nu görüp de yaşayamaz (bak. Çıkış 33,20).

Bu söylevde ele alınan konuların derinliğine eğilen aklımızın geçirdiği baş dönmesini şimdi anlayabiliyor musun?

Fakat Allah’ı görmek, sonsuz yaşam anlamındadır. Allah yaşam ise, Allah’ı görmeyen yaşamı görmez.

Ne gibi zorluklarla karşılaşıyor insanları umudu?

Boğulmak üzere olan Petrus’ a yaptığı gibi, Rab sallanan yürekleri yüceltir ve destekler. Onu sağlam ve dayanıklı bir zeminmiş gibi denizde ayağa dikti.

Bu kurguların uçurumunda sallandığımızda, Kelam’ın eli bize yaklaşırsa, zekamıza konuşursa ve olayları gerçek anlamını bize gösterirse, o zaman endişeden kurtulup, yolunu izleyeceğiz. Yeter ki, yüreğimiz temiz olsun. Nitekim: "Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Allah’ı görecekler" diyor.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Vaazlardan, 6)

Sayesinde mutluluğa erişebileceğimiz temiz bir yürek, olanaksız bir erdem değildir.

Allah’ın verdiği söz kesinlikle öylesine yüce ki, mutluluğun son sınırını da aşabilmektedir. Her şey görülünce, başka ne gibi bir mutluluk arzulanabilir ki? Nitekim Kutsal Kitap’ta görmek, sahip olmakla eşanlamlıdır. "Bütün hayatının günlerinde Yeruşalim’ in iyiliğini gör" (Mezm. 127, 5 ;128, 5) deyiminde olduğu gibi; burada fili "sahip ol" ile aynı anlamdadır. Aynı şekilde, Kötü olan ortadan kaldırılsın, çünkü Rabbin haşmetini görmeyecektir. Burada Peygamber "görmeyecek" ile "katılmayacak" demek istiyor.

Şu halde Allah’ı gören, O’nu gördüğü için tüm nimetlere sahip olmuştur: sonsuz bir yaşam, sonsuz bir dürüstlük, ölümsüz bir mutluluk, sonu olmayan bir saltanat, sürekli bir sevinç, gerçek bir ışık, tinsel ve tatlı bir ses, erişilmez bir şan, sonu gelmeyen bir heyecan, kısacası her nimet.

Mutluluk sözü de, umuda teklif edilen gerçekten bu ölçüsüz boyutlara sahiptir. Oysa Allah’ı görmenin şekli temiz bir yüreğe sahip olmakla gerçekleşebileceğini daha önce kanıtladığından, burada zekam yeniden baş dönmelerine kapılıyor. Nitekim temiz bir yürek doğamızı aşıp ötesine gittiğinden, elde edilmeyen erdemlerden biri değil mi yoksa? Şayet Allah salt bu iffet emri ile görülebiliyorsa, öte yandan Musa ve Pavlus Allah’ın ne kendileri ne de başkaları tarafından görülemeyeceğini doğrulayıp, O’nu görmedilerse, o zaman Kelam’ın mutluluğa sunduğu şey hiç yerine getirilmemiş ve yerine getirilmeyecek gibi görünüyor.

Keşfedilmiş olana varabilmek için gücümüz yeterli değilse, Allah’ı hangi koşullar altında görebileceğimizi bilmiş olmak bize ne kazandırır? Yeryüzünde görülmeyen şeyler görüldüğü için gökyüzünde konaklamanın harika bir şey olduğunu söylemek gibi olur. Şayet sözlerle gökyüzüne bir yolculuk yapabilmenin şeklini açıklayabilmek olası olsaydı, o zaman gökyüzünde konaklamanın büyük bir mutluluk olduğunu öğrenmek, dinleyenlerin yararına işlerdi. Bu gökyüzüne çıkma gerçekleşmediği sürece, göksel mutluluğun bilgisi neler kazandırır ki? Gökyüzüne çıkmamız yasaklandığı için yoksun kaldığımız değerlerin bilincine varmak, aksine bir acı ve bir hayal kırıklığı yaratmaz mı? O zaman neden Rab bize doğamızı aşan bir şeyi öğütlüyor ve insan gücünün ötesine varan bir buyrukta bulunuyor?

Aslında durum göründüğü gibi değildir. Çünkü O, kanat sahibi etmediklerinden kuş olmalarını veya yeryüzünde yaşattıklarının denizlerde yaşamalarını emretmez. Şu halde, tüm diğer yaratıklarda yasa, onu alanların güçlerine uygunsa ve doğayı aşan herhangi bir eyleme zorlamazsa, olanaklarımızla bağdaştığını ve söz verilen mutluluğa erişmememizin kuşku konusu olmadığını kendiliğinden anlamış oluruz. Bundan başka ne Pavlus’ un, ne Yuhanna’ nın, ne Musa’nın, ne de başkalarının Allah’ı görebilmekten kaynaklanan o eşsiz mutluluktan yoksun bırakılmadıklarını anlamış oluruz. Ne adil yargıç olan Rabbin bana vereceği doğruluk tacı hazır duruyor" (bak. II. Tim. 4, 8) diyen, ne başını İsa’nın göğsüne dayayan, ne de tanrısal sesten "seni adınla tanıyorum" ‘u (Çıkış 33,17) duyan.

Allah’ı görebilmenin güçlerimizi aştığını doğrulamış olanlar mutluluğa eriştilerse ve şayet mutluluk Allah’ı görebilmekten kaynaklanıyorsa, yüreği temiz olan Allah’ı görebiliyorsa, hiç kuşkusuz mutluluğa varabilmenin vasıtası olan anlık olanaksız bir erdem değildir.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Mutluluklar Üstüne, 6)

Her tür kusurdan arındırılmış, vücutlardan kurtulmuş olan ruh, Allah’ı gözlemesine olanak tanıyan bakışının keskinliği ve berraklığı yüzünden mutludur.

İnsanın yaşamında vücut sağlığı bir değeri temsil eder, fakat mutluluk bağlılığın nedenini bilmekte değil, sağlıklı yaşamda olur. Şayet biri sağlığın övgüsünü yaptıktan sonra, hastalıklara neden olan gıdalar alırsa, sağlığın övgüsü ona ne yarar getirebilir ki? Aynı şekilde buradaki söylevi yorumlamalıyız. Mutluluk, der Rab, Allah ile ilgili bazı gerçekleri bilmekte değil, Allah’ı içimizde taşımaktadır. "Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Allah’ı görecekler (Mt. 5, 8). Kanımca Allah, ruhunun gözü iyice temiz olanlarla yüz yüze gelmek istiyor; oysa Mesih’in dediğine uygun olarak: "Çünkü Allah’ın egemenliği içinizdedir" (Luk. 17,21). Yüreğini arındırmış olan Tanrısal doğanın imgesini kendi ruhunun güzelliğinde görebilir.

O halde yüreğini örten çirkinlikleri yıkarsan, Tanrısal güzellik sende parlayacaktır. Pastan kurtulan demirin güneşte parlaması gibi, kötülüğün pasını kendisinden uzaklaştırdıktan sonra, iç insan özgün ve ilkel şeklinin benzerliğine yeniden sahip olup, iyi olacaktır.

Demek ki kendini gören, kendinde arzuladığı şeyi görür. Böylece yüreği temiz olan, yüce mutluluğa erişir. Çünkü kendi arılığına baktığında, bu imgenin içinden kendi ilk ve temel şeklini görür. Güneşe bir aynadan bakanlar, bakışlarını gökyüzüne dikmezlerse de, güneşi o ışık dağıtan yıldıza dolaysız bakanlar kadar görürler. Güçleriniz erişilmez ışığa bakmaya ve onu sezmeye yeterli değilse bile, siz de ilk lütfe dönerseniz, aradığınızı kendinizde bulacaksınız. Nitekim Allah arılıktır kusur ve tutku eksikliğidir, her kötülükten uzak kalmaktır. Şayet bu gerçekler sende ise, Allah’ta muhakkak sendedir. Dolayısıyla ruhun her tür kusurdan arındığında, tutkulardan kurtulduğunda ve her kirlilikten uzak kaldığında, o zaman bakışının keskinliği ve berraklığı yüzünden mutlusun. Çünkü arınmayanların gözünden kaçanı sen, arınmış olduğun için görebileceksin. Tinsel gözlerinden maddi karanlığı yok ettikten sonra yüreğinin arı huzurunda, çok mutlu lütfe sahip olacaksın. Nedir bu yüce görüntü?

Azizlik, anlık, alçakgönüllülük ve sayelerinde Allah’ı görebildiğimiz Tanrısal doğanın tüm aydınlık görkemleri.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Neşideler Neşidesi Üstüne, 2)

Sevgilim benimdir, ben de onun; zambaklar arasında koyun otlatıyor.

Tüm sürünü omuzlarında taşıyan sen, ey iyi Çoban, nereye otlamaya gidiyorsun? O tek kuzu, omuzlarına aldığın tüm insan doğasını gerçekten temsil ediyor. İstirahat yerini göster bana, taze ve besleyici otlaklara götür beni. Adımla çağır ki, bir kuzucuk olan ben, sesini duyabileyim ve böylece sonsuz yaşama kavuşabileyim "Canımın sevdiğini göster bana" (Neşide 1,6).

Sana gerçekten öyle sesleniyorum, çünkü adın tüm adların ve anlayışların üstündedir. Sağduyulu yaratıkların evreni, onu ne söyleyebilir ne de anlayabilir. O halde adın tüm iyiliğini yansıtarak, ruhumun sana karşı olan sevgisini ifade eder. Beni bu denli sevdikten sonra, seni nasıl sevemez olurum! Beni öylesine sevdin ki, otlağındaki sürü için yaşamını feda ettin.

Bundan daha yüce bir sevgi hayal edilemez. Kurtuluşumu yaşamınla ödedin sen.

Bulunduğun yeri bana bildir (bak. Neşide 1,7) ki, ben bu sağlığa yararlı yeri bulayım ve göksel besinlerle besleneyim. Çünkü onunla beslenmeyen, sonsuz yaşama kavuşamaz. Yap ki, serin kaynağa koşayım ve susamış olanlara sunduğun o Tanrısal sudan ben de içebileyim. Yap ki, mızrağın böğründe açtığı kaynaktan içercesine içeyim. İçin, için! Bu su, ölümsüz yaşama akan bir kaynak oluyor (bak. Yuh. 4, 14).

Beni bu otlaklara kabul edersen, öğlen vakti hiç kuşkusuz istirahatımı sağlayacaksın ve huzur içinde uyurken, gölgesiz ışıkta uzanacağım. Güneş dikey parlayınca öğlen vaktinin gerçekten gölgesi yoktur. Odalarındaki çocuklarını kabul ettiğinde, öğlen vaktinde beslediklerini istirahat ettireceksin. Oysa hiç kimse, ışığın ve gündüzün çocuğu değilse, bu öğlen istirahatına layık sayılamaz. Gecenin ve sabahın karanlıklarından, yani başlangıcı ve sonu ile kötülükten aynı şekilde uzak kalmış olan adalet güneşi tarafından onda istirahat edebilmesi için "öğlen"de "öğlen"in içine yerleştirilir.

Açıkla bana: nasıl istirahat etmeli ve nasıl otlamalı; hangisidir "öğlen" paydosunun yolu? Açıkla ki, gerçeği bilmediğimden elinin rehberliğinden uzaklaşıp, yabancı sürülere katılmayayım.

Allah’tan ona gelen güzellikle etkilenen ve mutluluğun ne şekilde sonsuz olabileceğini anlamak arzusunda olan neşidelerin gelini bunları söylüyor.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Neşideler Neşidesi Üstüne Vaazından, 15)

Kutsal Ruh, Baba’nın niyetlerini ve İsa’nın eserini uygulamak için her Pentekost ’ta dönüyor.

Şayet sevgi gerçekten korkuyu yok edebiliyorsa ve korku sevgiye dönüşebiliyorsa, o vakit kurtarıcı olanın birlik olduğu keşfedilecektir. Nitekim kurtuluş, Neşideler Neşidesi’ nin sözünü ettiği güvercinde, "Birdir benim eşsiz güvercinim; biricik yavrusudur anasının; onu doğuran kadının güzidesi" (Neşide 6,9). Bulunan o kusursuzluk vasıtasıyla, tek ve gerçek değere duyulan sevgide hep bir arada kaynaşmaktır.

İncil’de Rab bunu daha açık bir şekilde göstermektedir. İsa Havarilerini kutsar; her gücü onlara verir ve zenginliklerini bahşeder. Bunların arasında Baba’ya yönelttiği kutsal deyişleri de katmak gerekiyor. Oysa söylediği tüm sözler ve bahşettiği tüm lütuflar arasında biri hem diğerlerinden daha yüce hem de tümünü özetler. Mesih’in yakınlarına, sorunların çözülmesinde ve yapılacak iyiliklerin değerlendirilmesinde, daima bir birlik oluşturmalarını öneren sözdür bu. Tek bir gönül ve tek bir ruh halinde olmak, bu birliği tek ve biricik değer saymak, barış bağı ile Kutsal Ruh’un tekliğinde kucaklaşmak, tek bir vücut ve tek bir ruh oluşturmak, aynı umudun dürtüsü ile tek bir eğilime Allah takdirine uymak.

Fakat bu özetlemenin yerine İncil’in sözlerini harfi harfine vermek daha yerinde olacaktır "Hepsi bir olsunlar. Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi onlar da bizde olsunlar. Dünya da beni senin gönderdiğine iman etsin" (Yu. 17,21).

Bu birliğin bağı gerçek bir yüceliktir. Hiç kimse Kutsal Ruh’un yücelik diye adlandırılmasını inkar edemez. Nitekim Rab der ki:

‘Bana verdiğin yüceliği onlara verdim" (Yu. 17,22). O bu yüceliğe bu dünya varolmadan önce de sahipti. Zamanla insan doğasını aldığında sahiplendi. Bu doğa, Kutsal Ruh tarafından yüceltildiğinden beri, bu yücelikle bağlantılı olan her şey Kutsal Ruh’un bir katılım oluyor.

Bu yüzden der ki: "Bana verdiğin yüceliği onlara verdim. Öyle ki bizim bir olduğumuz gibi bir olsunlar. Ben onlarda, sen bende almak üzere tam bir birlik içinde bulunsunlar" (Yu. 20, 22-23). Bu yüzden çocukluğundan beri büyüyüp, Mesih’in tam olgunluğuna varmış olan kendini, salt inancın aydınlattığı zekanın kavrayabildiği o çok özel durumda bulur. O zaman, günahlardan uzak ve azizliğin damgasını taşıyan bir yaşamla, Kutsal Ruh’un yüceliğini benimseyebilir. O halde bu kişi, Damat’ın "Tektir güvercinim, kusursuzum benim" deyip baktığı o kusursuz güvercindir.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Vaaz Üstüne, 6)

Aşağıda olan şeylere karşı kör olan bizler, yükseklere doğru bakıyoruz.

Pavlus’ un beyan ettiği gibi ruh amiri olan Mesih’e doğru gözlerini kaldırırsa, bakışının güçlendirilmiş keskinliği için mutluluk duymalıdır. Çünkü kötülüğün karanlığı olmadığı yere gözlerini dikmiş olacaktır.

Yüce Havari Pavlus ve onun gibi başkaca yüce kişiler, "gözlerini alınlarında" taşırlardı. Mesih’te yaşayanlar ve Mesih’te olanlar da öyledirler.

Işığın içinde olan karanlıkları göremez. Aynı şekilde gözünü Mesih’e dikmiş olan da görkemden başka şey gözleyemez. Şu halde "gözleri alınlarında" deyimiyle her şeyin başlangıcı, her kısmında mutlak ve kusursuz erdem olan, dolayısıyla gerçeğe, adalete, dürüstlüğe, her çeşit iyiliğe, yani Mesih’e gözlerini dikmiş olanı kastetmekteyiz. Şu halde bilge olan, gözlerini alnında taşır; oysa ki akılsız karanlıkta yürür (Vaiz. 2,14). Mumu şamdanlığa değil, yatağının altına koyan ışığı karanlığa dönüştür. Sürekli gerçeklerden ve doğru değerlerden hoşlananlar, gerçek bilgiden yoksun olanlar tarafından akılsız sayılırlar. Bu anlamda Pavlus kendine Mesih’in akılsızı derdi. Azizliği ve bilgeliği yüzünden sık sık tümü ile tutsağı olduğumuz o benliklerin hiçbiri ile uğraşmazdı. Nitekim, "Biz Mesih’in uğruna akılsızız" (1. Kor. 4, 10) der. Sanki, "Biz gözümüzü yukarıdaki şeylere diktiğimiz için yaşamın geçiciliği ile ilgili olan her şeye karşı körüz" dercesine. Bu yüzden evsiz barksızdı. Bir sofrası yoktu. Fakir, göçebe, çıplak, açlığın ve susuzluğun tutsağı idi.

Onu zincirlenmiş, dövülmüş ve hakarete uğramış olarak gören sefil saymaz mıydı? Dalgaların açık denize sürüklediği, bir yerden bir yere savurduğu, zincirlediği bir kazazede idi. Oysa ki, her ne kadar insanlara öyle göründüyse de, gözlerini Mesih’ten hiç ayırmadı. Hep amire doğru dikti: "Mesih İsa’da olan sevgiden bizi kim ayırabilir? Sıkıntı mı, dem mi, zulüm mü, açlık mı, çıplaklık mı, tehlike mi, yada kılıç mı? (Bak. Rom. 8,35) diyerek. Yani, "Gözlerimi başımdan kim sökecek? Aşağılık ve değersiz olana bakmaya kim zorlayacak beni?"

Gökteki değerlerin tadına bakmamızı (bak. Kol. 3, 1-2), yani gözlerimizi amire, Mesih’e dikmemize hükmettiğinde aynı şeyi yapmamızı emrediyor.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Vaaz Üstüne, 6)

Tanrısal ses, öldürdüğü için yeniden yaşatacağına dair söz verir.

"Doğmak için bir zaman var" der "ve de ölmek için" (Vaiz 3. 2). Allah’ın isteği ile doğru zamanda doğmak ve en uygun anda ölmek hakkı bana da tanınsın.

Ruhumuzun iyi eğilimleri ve elin delik vasıtasıyla kendimizi şekillendirdiğimizde, doğurduğumuzda ve dünyaya getirdiğimizde nitekim biz bir bakıma, kendimizin babasıyız. Bunu sonradan, Allah’ı içimize kabul ettiğimizde ve O’nun oğullan erdemin ve En Yüce’nin oğulları olduğumuzda gerçekleştiriyoruz. Buna karşın Havarinin deyimiyle, içimizde "Mesih’in imgesi" oluşturuluncaya kadar kusurlu ve olgunlaş-mamış kalıyoruz. Fakat Allah insanın dürüst ve kusursuz olması gerekmektedir.

"Ölmek için bir zaman var." Aziz Pavlus’ a göre iyi bir ölüm için her zaman uygundu. Nitekim yazılarında şu şekilde haykırıyor "Her gün ölüyorum" (I. Kor. 15, 31) ve de: "Senin uğruna bütün gün öldürülüyoruz" (Rom. 8,36). Ölüm kararını gerçekten içimizde taşıyoruz. Pavlus’ un her gün nasıl öldüğü açıktır. O günah için yaşamıyor, vücudunu cezalandırıyor ve içinde İsa’nın vücudunun cezalandırılışını taşıyor. Hiç bir zaman kendi için yaşamayan, fakat yaşayan Mesih’i taşıyor. O Mesih’le birlikte daima çarmıha çakılmaktadır. Kanımca gerçek yaşamı veren uygun ölüm bu olmuştur. Nitekim: "Ben öldürürüm ve ben diriltirim (Tes. 32. 39) diyor ki, günaha ölmenin ve ruhta canlandırmanın Allah’ın bir armağanı olduğuna gerçekten ikna olunsun. Nitekim Allah’ın sözü yaşamı ölümün bir sonucu olarak vaat eder.

              

(Gregorius [Nissa’ lı], Diriliş Üstüne, 1)

Mesih’in yeniden dirilişi ile değişik bir kuşak ve değişik bir yaşam şekli ortaya çıkmıştır. Kendi doğamız bir değişime uğramıştır.

Yaşamın krallığı geldi ve ölümün mülkü yok edildi. Değişik bir kuşak, değişik bir yaşam ve de değişik bir yaşam şekli ortaya çıktı. Kendi doğamız bir değişime uğradı.

Bu kuşak hangisidir? Kandan, insanın isteğinden, etin arzusundan türemeyen, fakat Allah tarafından yaratılmış olan (bk. Yu. 1, 13). Nasıl olabilir bu? Dinle, sana kısaca açıklayacağım.

Bu yeni kuşak inanç yolu ile oluşmakta, vaftizin bağışladığı yeniden doğma vasıtasıyla dünyaya gelmekte, anne olarak Kilise’yi tanımakta ve öğretisinin, kuruluşlarının sütünü emmektedir. Gıdası ise göksel ekmektir. Olgunluk çağı üstün bir yaşam biçimidir. Düğünü, bilgi ile içtenliğidir. Çocukları umuttur. Evi göklerin krallığı, mirası ve zenginliği cennetin mutluluklarıdır. Sonu ise ölüm değil, layık olanlar için hazırlanmış olan sonsuz ve çok mutlu yaşamdır.

"Rabbin yarattığı gün budur" (Mezm. 118, 24), dünyanın yaradılışının başlangıcında saptanılan ve zamanın akışı ile hesaplanan günlerden çok değişik bir gündür bu. Bu gün yeni bir yaradılışın başlangıcını gösteriyor. Çünkü bu günde Allah, Peygamber’in doğruladığı gibi yeni bir gökyüzü ve yeni bir yeryüzü yaratıyor. Hangi gökyüzü? Mesih’e inanmanın gökyüzüsü. Hangi dünya? Rabbin dediği gibi: iyi bir gönül, onu sulayan yağmura susamış, bol sayıda başak veren bir toprak.

Bu yaradılışta güneş lekesiz bir yaşamı simgeler. Yıldızlar ise erdemleri; hava, iyi bir davranışı: "Allah’ın zenginlik, bilgelik ve bilgisinin derinliği" (Rom. 11, 33). Otlar ve tomurcuklar, Allah’ın sürüsü olan halkın beslendiği iyi öğreti ve Kutsal Kitap’tır. Meyve veren bitkiler ise emirlerin uygulanmasını temsil ederler.

Bu günde, Allah’ın imgesinde ve benzer şekilde gerçek insan yaratılmaktadır. Bu başlangıç, "Rabbin yarattığı bu gün", senin dünyanın olmayacak mı? Peygamberin diğer günlerden ve gecelerden değişik olduklarını söylediği bu gün ve bu gece?

Bu lütufta en önemli olan şeyi henüz açıklamadık. Bu gün, ölümün acılarını yok etmiştir. Bu gün ölülerin ilk doğanını vermiştir.

‘Benim Baba’mın ve sizin Baba’nızın, benim Tanrı’mın ve sizin Tanrı’nızın yanına çıkıyorum" (Yu. 20, 17). Ey teselli edici ve görkemli haber! Allah’ın tek doğumlu Oğlu olmasına karşın, kardeşleri olabilmemiz için insan doğasını alan O, O’na bağlı olanları yanına götürebilmek amacı ile Baba’nın karşısına bin insan gibi çıkıyor.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Hıristiyan Yaşamı Üstüne)

Mesih’te yeni yaratıklarız; bilinçli bir şekilde davranıyoruz. Eski insana ait olanı terk edip sevgi içinde yaşamaya söz veriyoruz.

"Bir kimse Mesih’te ise yeni yaratıktır, eski şeyler geçmişti?" (II. Kor. 5, 17). Yüreği temiz, suçsuz ve her şeytanlıktan, kötülükten ve ayıptan özgür tutan Kutsal Ruh’un varolmasına zaten yeni yaradılış denmiştir.

Bir ruh inancını bulduğunda günahtan nefret eder, tüm güçleri ile iyilik yapmaya yönelir. Kutsal Ruh’un lütfunu içine kabul eder ve tümden yeni bir yaratık olur. O zaman Kutsal Kitabın sözü gerçekleşmiş olur: "Yeni bir hamur olabilmek için eski mayadan arınıp temizlenin" (II. Kor. 5, 7) ve: "Bunun için eski mayayla değil, içtenliğin ve dürüstlüğün mayasız ekmeğiyle bayram edelim (II. Kor. 5. 8). Ben derim ki, bu doğrulamalar yeni yaradılış hakkında söylenenlere uyuyor. Günaha sürükleyen, yani Şeytan ruhumuza çok tuzak kuruyor ve insan doğası onu yenebilmek için çok güçsüzdür. Bu yüzden Havari göksel silahlarla kuşanmamızı öneriyor: "Göğsünüze doğruluk zırhını takın ve esenlik müjdesini yaymak için ayaklarınızı sarın ve belinizi gerçekle kuşatın" (bak. Efe. 6,14).

Havarinin sana, tümü de tek bir krallığa ve tek bir amaca yönelik ne çok kurtuluş olanağı önerdiğini görüyor musun? Yaşam, emirlerin çizgisinde Allah’ın koyduğu son yarış noktasına kadar emin bir yol oluyor.

Havari bunları de söylüyor: "Önümüze konan yarışı sabırla koşalım. Gözümüzü imanımızın öncüsü ve tamamlayıcısı İsa’ya dikelim" (İbra. 12, 1-2).

Yeryüzünde haccetmenin çekiciliklerine, dünyasal şanlara kapılmaksızın üstün olduğunu gösteren kişi, kendini Allah’a kurban etmek gereksinimini duyacaktır. Kendini Allah’a kurban etmek, kendinin değil de Allah’ın rızasını aramak, bunu iyi bir rehber olarak izlemek ve yaşam için gerekli olanlarla yetinmek demektir. Bunlar Mesih’in bir öğrencisine uygun olarak, kendi ve başkalarının iyiliği için görevlerini daha büyük bir katkı ve huzurla yerine getirebilmek için herkese yardımcı olacaklar. "Birinci olmak isteyen en sonuncu olsun, herkesin hizmetkarı olsun" dediğinde Rab, bunu açıklamak istiyor.

Bu ölçütü kabul eden ücretsiz hizmet etmeli, herkese baş eğmeli ve yüksek faizli bir borcu iade eden borçlu gibi ödemelerini yerine getirmelidir.

Bir yetkiye sahip olanlar ise diğerlerinden daha ağır bir yük taşımaktalar. Hizmetleri vatandaşlarınkinden daha bağlayıcıdır. Kardeşlerini Allah’ın onlara bıraktığı bir emanet sayarak, başkalarına alçakgönüllü bir hizmet örneğini vermelidirler.

Başkalarına karşı sorumlu olan, aileleri tarafından kendisine emanet edilen çocuklara ilgi ile bakan vicdanlı bir öğretmen gibi davransın. Yöneten ile yönetilen arasında bu tür bir anlayış ve işbirliği ilişkisi kurulursa, söz dinlemek neşe dolu ve emretmek zevkli olacaktır. Kusursuz yolu tuttuğunuzdan emin olacaksınız. Birbirinizi karşılıklı olarak sayarsanız, yeryüzünde melekler kadar mutlu bir yaşam süreceksiniz.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Hıristiyan Mükemmelliği Üstüne)

Rabbin iyilikseverliği bizleri, ilk ve en yüce ad olan Mesih in adı ile bağdaştırdı. Bu yüzdendir ki, kendi­mize "Hıristiyan" diyoruz.

Pavlus, başkalarından çok daha derin bir şekilde Mesih’i tanıdı ve davranışı ile Mesih’ten adını alanın nasıl olması gerektiğini açıkladı. O’nu öylesine dikkatle taklit etti ki, Mesih’in özelliklerini kendisinde açıkça gösterdi ve kalbindeki duyguları Mesih’in kalbindekileri’ ne dönüştürdü. Sanki konuşan kendisi değilmiş gibi. Bu ayrıcalığının bilincine nasıl vardığını kendi ağzından dinleyelim: "Mesih’in benim aracılığımla konuştuğuna dair kanıt istiyorsunuz" (II. Kor. 13,3). "Artık ben yaşamıyorum. Mesih bende yaşıyor" (Gal. 2, 20).

Mesih adı için Allah’ın gücü ve bilgeliği olduğunu söylediğinde, Allah’ın içinde yaşadığı erişilmez barış ve ışık diye adlandırıldığında, ceza ve kurtuluş, yüce kahin ve Paskalya, ruhların aracısı, yüceliğin görkemi ve tanrısal söz, yüzyılların yaratıcısı, tinsel gıda ve içki, inancın temeli, temel taşı, taş ve su, görünmeyen Allah’ın imgesi ve yüce Allah. Kilise kurumunun başı, yeni yaradılışın başlangıcı, uyuyakalanların yeniliği, yeniden dirilenlerin örneği ve birçok kardeşin ilk doğanı, Allah ile insanlar arasındaki aracı, onur ve yücelik tacını taşıyan tek doğan Oğul, yüceliğin efendisi ve her şeyin başlangıcı, adaletin Kralı ve bundan başka barışın Kralı, tüm Kralların Kralı, hiçbir hududun sınırlandırılmadığı krallığın sahibi diye nitelendirdiğinde Mesih adının ne denli güçlü olduğunu bize göstermiştir.

O adı bu gibi ve benzer deyimlerle tanımlamıştır. Bunlar öylesine çok ki, sayılmaları hiç kolay değildir. Tüm bu deyimlerin arasında bir karşılaştırma yapılırsa ve her birinin anlamı kavranabilirse o zaman bunlar İsa adının, sözlerle açıklanamayan yüceliğini ve takdire değer gücünü bize gösterebilecekler. Nedir ki salt kalbimizin ve aklımızın anlayabileceğini açıklayabilecekler.

Rabbimizin iyilikseverliği şu halde, bizleri ilk ve en yüce, en tanrısal olan bu ad ile bağdaştırdı. Mesih’in adını taşıyan bizler kendimize "Hıristiyan" diyoruz. Bunun zorunlu bir sonucu olarak bu sözcükte dahil olan tüm kavramlar, herhangi bir şekilde taşımakta olduğumuz ad ile ifade edilebilirler. Kendimizi Hıristiyan" diye adlandırmamız bir sahtekarlık sanılmaması için, yaşamımızın bunu doğrulaması ve buna tanıklık etmesi gerekmektedir.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Hıristiyan Mükemmelliği Üstüne, 5)

Kendimiz esenlik olup, Mesih’in bu sıfatını açık bir şekilde kendimizde iade edelim.

‘Kendisi esenliğimizdir, iki topluluğu birleştirendir (Efe. 2,14). Mesih’in esenlik olduğunu düşünerek, Hıristiyan adını layığı ile

taşıdığımızı kanıtlayacağız. Yeter ki, içimizde olan esenliğin vasıtasıyla yaşamımızla Mesih’i ifade edebilelim. Havari’nin dediği gibi (bk. Ef. 2, 16) 0, düşmanlığı yıktı. Bu yüzden düşmanlığın içimizde yeniden dirilmesine kesinlikle izin vermemeliyiz. Aksine tümden yıkılmış olduğunu açıkça göstermeliyiz. Kurtuluşumuz için Allah tarafından yok edildikten sonra, düşmanlığı yeniden diriltmeyelim. Ruhlarımızın yok olmaması için kızmayalım ve bize yöneltilen hakaretleri anımsamayalım. Şansımıza ölmüş olanı yeniden yaşama kavuşturmak gafletinde bulunmayalım.

Esenlik olan Mesih’e sahip olduğumuza göre, yaşamımızda onun inancını uygulayabilmek için düşmanlığı öldürelim.

Mesih, kendi içinde iki insanı ayıran duvarı yıktı, tek bir insanı oluşturdu. Salt dıştan bizle mücadele edenlerle değil, içimizde de tartışmalar yaratanlarla barışı yeniden kurdu. Böylece vücut ruha ters gelen ve ruh vücuda uymayan arzular taşımayacaklar; vücudun ihtiyatı Allahsal yasaya bağlı olacaktır. O zaman, yeni ve esenlik sever bir insan haline getirilip, iki insandan bir tek oluşturup konutu olacağız.

Esenlik çatışan iki kişi arasındaki uyuşmadır. Doğamızdaki iç savaş artık ortadan kaldırıldığına göre, esenliği içimizde besleyelim ki, o zaman biz kendimiz de esenlik olacağız ve Mesih’in bu adının bizde de gerçek ve doğru olduğunu kanıtlayacağız.

Mesih, her yalandan uzak olan gerçek ışıktır. Yaşamımızın da gerçek ışığın ışınları ile aydınlatılması gerektiğini biz bundan öğrenelim. Adalet güneşinin ışınları, karanlıkların işlerine karşı direnebilmemiz ve gün ışığındaymış gibi özgürce yürüyebilmemiz için parlayan ve bizi aydınlatan erdemlerdir (bak. Rom. 13,13). Gizli ve karanlık hareketlerden kaçınalım ve her şeyi gün ışığında yapalım. Böylece biz de ışık olacağız ve ışığın özelliğinden yararlanarak, olumlu yapıtlarımız sayesinde başkalarını aydınlatacağız.

Bizi kutsallaştıran Mesih’tir. Bu yüzden kötü ve kirli düşüncelerden, hareketlerden sakınalım. Bu şekilde hem adına katıldı­ğımızı gerçekten göstereceğiz, hem de kutsallığın gücünü salt sözlerle değil, yaptıklarımızla da kanıtlayacağız.

 

(Gregorius [Nissa’ lı], Hıristiyan Mükemmelliği Üstüne)

Hıristiyan yaşamının mükemmelliği, Mesih adının ifade ettiği tüm sıfatların tam olarak benimsenme­sinde ve somut olarak gerçekleştirilmesinde varolmaktadır.

Hıristiyan’ın yaşamını belirten ve ayırt eden unsurlar üçtür eylem, söz ve düşünce. Bunların arasında ilki düşüncedir, ikinci sırada düşünce ile oluşturulmuş olanı sözle açıklayan ve belirten söz gelir. Daha sonra üçüncü sırada olgularla düşünülmüş olanı ifade eden eylem gelir.

Bu yüzden, çok sayıda olabilen durumlardan biri bizi doğal olarak düşünmeye, konuşmaya veya eylemde bulunmaya iterse her söylediğimiz, yaptığımız veya düşündüğümüz Mesih’in belirlemesindeki kuramlara göre düzenlenmiş olmalıdır ki, hiçbir düşüncemiz, sözümüz veya eylemimiz bizi o eşsiz kuramın amacından uzaklaştırmış olmasın.

Yüce Mesih adına layık görülen, her düşüncesini, her söz ve eylemini dikkatlice araştırmaktan ve her birinin ne denli Mesih’e yaklaştığını yada aksine uzaklaştığını izlemekten başka ne yapabilir ki?

Bu önemli sınav birçok şekilde yapılabilir. Nitekim kötü bir tutkunun dürtüsü ile yapılan, düşünülen veya söylenilen her şey Mesih ile hiçbir şekilde uyuşmaz. Aksine, kalbin değerli incisinin berrak parlaklığını gölgelemek ve bozmak için, aşağılık açgözlülüğün çamurunu bulaştıran düşmanının damga ve işaretini taşımaktadır.

Her tür iğrenç arzulardan özgür ve arı olan şeyler ise, kesinlikle barışın yaratıcısı ve prensi olan Mesih’e yöneltilmiştir. Kalbinin duygu ve sevgilerini temiz ve bozulmamış bir pınardan alıyormuş gibi O’ndan alan ve edinen, ilkesi ve kökeni ile ırmakta akan veya anfora da parlayan suyun pınarı ile olan benzerliği gösterecektir.

Nitekim Mesih’te ve kalplerimizde olan anlık aynıdır. Fakat Mesih’inki pınarla özdeşleşiyor; bizimkisi ise O’ndan kaynaklanıyor ve yol boyunca düşüncelerin güzelliğini ve dürüstlüğünü sürükleyerek içimizde akıyor. Böylece iç ve dış insan arasında bir çeşit uyum ve ahenk oluşuyor. Çünkü Mesih’ten gelen düşünce ve duygular yaşamı düzenleyip, düzen ve kutsallık içinde yönetiyor. O halde, kanımca Hıristiyan yaşamın mükemmelliği ister kalbin iç, ister söz ve eylemin dış dünyasında Mesih adının ifade ettiği tüm sıfatların tam benimsenmesinde ve somut gerçekleştirilmesinde varolmaktadır.

 

 

10-1-2014 tarihinde yazéldé.

10-1-2014 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN