İLK YILLARI
Büyük Şehit ve Muzaffer Aziz Georgios, İsa Mesih’in en parlak müritlerinden bir tanesidir. Tüm dünyada sevilen ve kendisine çok saygı duyulan bir Şehit olduğu söylenebilir.
Aziz Georgios, 280 yılında, Hıristiyanlığa en karşıt ve düşmanca davranan İmparator Dioklitianos zamanında dünyaya gelmiştir. Babası Kapadokya’dan olup, İmparator Dioklitianos’un hizmetinde çalışıyordu. Annesinin vatanı ise, Filistin’in Lidda şehriydi.
Georgios küçük yaşlardayken babası vefat etti. Sonra annesi onu alıp asıl vatanı olan Lidda’ya gitti. Orada oğlunun eğitim ve bakımıyla ciddi bir biçimde uğraştı. Ona, Hıristiyanlığın büyük gerçeklerini öğretti. İncil ışığının sözleriyle onun ruhunu ve kalbini aydınlattı. Onun yüreğine, İsa Mesih ve Hıristiyanlığa karşı büyük ve sabit bir sevgi aşıladı.
Küçük Georgios’un ateş saçan, masum ve zeki gözleri, annesi ona İsa Mesih’in şehitlerinin üstün başarılarını anlatırken o da kutsal bir duygu ile anlatılanları takip ediyordu.
O vakit, Aziz Georgios’un kalbi, bu kahraman din şehitlerine karşı sevgi ve sempatiyle doluyordu. Bunları taklit etmeyi ne kadar da istiyordu.
Böylece, her gün, Hıristiyanlık mücadelesinin azametiyle yaşıyor ve büyüyordu.
BİNBAŞI OLUYOR
Aziz Georgios, yaşı daha henüz çok genç olmasına karşın,babası gibi askerlik hayatını sürdürüyordu. Onun açıkgözlüğü, zekâsı, faaliyetleri ve inisiyatifleri de onu öne çıkarıyordu. Böylece adı meşhur oldu. Tüm yüksek rütbeli kişiler onun hakkında konuşuyor ve ona hayranlık duyuyorlardı. Onun üst rütbelere yükselişi artarda olmaktaydı. Herkes onunla gurur duyuyor ve onun hakkında güzel sözler söylüyordu. Herkes onun kıskanılacak derecede olan güzelliğine bakıyordu. Onun altın gençliğine ve delikanlılığına… Çok kısa zamanda çok yükseklere ulaştı. Daha henüz yirmi yaşındayken binbaşı rütbesine yükseldi. Onun için de kendisine “Başkomutan” denilmektedir.
Fakat o, hiçbir zaman Hıristiyan ilkelerinden asla uzaklaşmadı. Bir yandan şerefli bir subay olup, diğer yandan da samimi bir Hıristiyan’dı.
Georgios bu dünyanın boş heveslerine kendini kaptırmadı. Bu kadar genç yaşına rağmen yükseldiği bu rütbesinden dolayı kendisini unutmuyor ve kaybetmiyordu. Bu da, Hıristiyan olduğu içindir. O, sade, tatlı dilli ve toleranslı bir insan olarak kalıyordu. Fakir ve muhtaçlara yardım etmekteydi. Ümitsizliğe kapılmış olanlara moral verir ve diğerlerine de sevgisini belirtirdi.
HIRİSTİYAN DİNİNİ SAVUNUYOR
Fakat, Hıristiyanlık için çok zor günler de geldi.İsa Mesih’in mensuplarına kin ve nefret dolu olan Dioklitianos, Hıristiyanlara karşı sert bir savaş ilân etti.
Tüm Roma İmparatorluğundaki yüksek rütbeli kişilere emirler gönderdi. O emirlerine göre bütün Hıristiyanların tutuklanmaları gerekiyordu. Ve de kim ki putlara kurban kesmezse, derhal katledilmesi gerekecekti.
İşte o zaman çok bol kan aktı. Kahraman şehitlerin bedenleriyle meydanlar ve yollar doldu. Mücadele veren Hıristiyan dünyası kan ağladé.
O vakit Georgios bu fikre razı gelmedi. İmparatorun bu emirlerini, kendi bölgesinde uygulamadı.
Bu arada, İmparator Dioklitianos’a, subayları ve hükümdarları tarafından gönderilen bilgiler, doğu taraflarında Anadolu’da büyük bir Hıristiyan dalgasından bahsediyorlardı.
Dioklitianos bu rahatsız edici haberleri alır almaz, Apollon Kâhinlerine, ne yapması gerektiğini sordu. Ancak, kehânette bulunan bu makam, onun kafasını daha da karıştırdı. Ona şöyle bir cevap verdi:
- Dünyanın adilleri, gerçeği söylememe engel oluyorlar.
- Dünyanın adilleri kimlerdir? Diye imparator sinirli bir hâl ile onlara sorar. Bu kehânet makamındaki bir hizmetçi kendisine der:
- Kral hazretleri, adiller Hıristiyanlardırlar.
İşte o vakit, kana susamış olan hükümdarın gözleri karardı. O zaman, kızgın bir hâlde, krallığındaki tüm Hıristiyanları yok etmeye karar verdi.
Yeni caniyane ve zehirli emirler çıkartır. Tüm Anadolu’yu korku sarıyor. Daha çok da İzmit’i... Çünkü imparatorun merkezi oradaydı.
Bu defa da Binbaşı Georgios, imparatorun emirlerini yerine getirmiyordu. Hiçbir Hıristiyan’ı tutuklamayép Dioklitianos’la çatışmayı bile göze alıyordu. Önce varlığını satıp fakir Hıristiyanlara dağıtmıştı.
Sonra da, Dioklitianos yüksek rütbeli şahısları bir araya getirip onlara, Hıristiyanları yok etmeleri için emirler verdiği bir vakitte, Georgios cesaretle resmî zevatın bulunduğu salona girmiş ve krala:
- Kral hazretleri, bu yaptığınız korkunçtur. Bu bir cinayettir. Hıristiyanlar size herhangi bir kötülük yapmadan, siz onları yok ediyorsunuz. Oysa onlar, sadece gerçeğe ve aydınlığa yakın bulunuyorlar. Bunu kabul et Kralım. Kahramanlık gerekmemektedir. Ne için yaşayıp ve ne için öldüklerini sadece onlar biliyorlar. Siz, karanlık ve cinayette bulunuyorsunuz. Ben, İsa Mesih’e inandığım andan itibaren kendimi bahtiyar hissediyorum.
İmparatorun ağzı açık kaldı. Seçkin bir subayından bunları işiteceğini hiçbir zaman beklemiyordu. Önceleri, başdanışmanı Magnentios’un konuşmasını istedi. Ancak daha sonra, imparatorun kendisi sözü aldı:
- Kahraman binbaşım! Yazıktır, ayıptır, senin böyle bir hata işlemen, dedi kendisine. Bir subayımın Hıristiyan olamayacağını çok iyi bilirsin sen. İyi de bilirsin ki, benim topraklarımda böyle düşünen birini ölüm beklemektedir.
- Kralım, ben makamlara önem vermiyorum. Beni şöhret ve zenginlik duygulandırmıyor. Ölümden de korkmam, dedi Georgios kendisine.
- Georgios, gençliğini düşün. Gençliğinin baharında bulunuyorsun. Hayat seni yanına çağırmaktadır. Her şey sana mutluluktan bahsediyor. Bu az ve küçük bir şey değildir. Her şey, senin yaşamanı ve sevinmeni anlatıyor. Bu aptallığınla parlak kariyerini öldürme.
- Kral hazretleri, İsa Mesih’in bahşettiği mutluluktan başka mutluluk yoktur. Tüm diğerleri, birer gölge ve rüyadırlar. Yalandırlar.
- Georgios, ne kadar çabuk fikir değiştirirsen, senin için o derece daha iyi olacaktır.
- Hayır Kralım. Ben fikir değiştirmeyeceğim. Bedbaht olmak için bahtiyarlığı hiçbir zaman bırakmayacağım. Karanlığı bulmak için, ışığı terk etmeyeceğim.
O vakit, bu olup bitenlerden sonra, amirler ve yüksek rütbeli kişiler arasında bir karmaşa yaşandı.
İŞKENCELER BAŞLIYOR
Kin ve aşırı kızgınlık dolup taşmış olan imparator, Georgios’un sert bir şekilde işkencelere tâbi tutulması yönünde karar verdi.
İşkenceciler hiç vakit kaybetmediler. Hemen onun ellerini kollarını bağladılar ve onu, imparatorluğun yüksek rütbeli kişilerinin toplandığı o sarayın önünde ayakta durmasını sağladılar.
Sonra da işkencelerin başlaması için işaret verildi. Onun bedenini delik deşik yapmak için, onlarca sivri ve zehirli ok, okçular tarafından üzerine atıldı. Fakat, oklar, Ôanré’nın isteği ve dileğiyle bükülüyorlardı. Onlar sanki mumdan yapılmışlardı. Bunların bazıları da yollarını değiştirmişlerdi. Georgios’un taze bedeninden çok uzaklara fırladılar.
Sonra da, Georgios’un kolları arkada bağlı olduğu bir durumda, onu güneş görmeyen ve rutubetli bir zindana attılar. Onu, derin, karanlık ve pis bir bodruma attılar. Onu orada hiddetle yere yatırdılar ve Georgios’un ayaklarını bağladılar. Sonra da, insafsızca, çıplak göğsüne büyük bir taş yerleştirdiler. O keskin ve ağır taşın ağırlığı, Georgios’un bedenini kesiyor ve korkunç dercede onun nefes almasını güçleştiriyordu. Onun bedeni odun parçalarına bağlandı ve artık hiçbir biçimde kıpırdaması mümkün değildi.
Böylece, İsa Mesih’in askeri olan Aziz Georgios, bütün gece bu acılarla baş başa kaldı.
DEHŞETLİ TEKERLEKTE
Vakit sabah olduğunda, imparator, Georgios’un zindandan çıkarılıp huzuruna getirilmesi emrini verdi.
Dioklitianos kötülükle genç subayına baktı. Georgios, geçici şöhret ve rütbelere karşı İsa Mesih’i tercih etmişti. Daha sonra da, heyecan ve merakla Georgios’a sordu:
- Söyle bana Georgios, fikir değiştirdin mi? Daha iyi düşündün mü? İlk kararından vazgeçtin mi?
- Hayır Kralım, diye cevap verdi. Ben İsa Mesih’e bağlı biri olarak kalmaya devam ediyorum. Ve de, o küçük işkencelerin beni yıldıracaklarını sanıyorsan, ben de sana cevap veriyorum ve diyorum ki: Hayır. Bana ne kadar işkence yapacak olursan yap, ne kadar çile çektirirsen çektir, ben inancımda sabit kalıyorum ve kalmaya da devam edeceğim.
İşte o vakit, vahşi , insanlık dışı bir hiddet fırtınası ve karanlık egoizm, imparatorun sinirlerini sarstı. Kızgın bir hâlde ve titreyerek bağırdı:
- Durmayınız. Tekerleği hazırlayınız. Onu oraya bağlayınız ve döndürmeye başlayınız.
Askerler, Dioklitianos’un o şiddetli sesinden korkmuş bir durumda, işkence tekerleğini karşısına getirdiler. O tekerleğin üzerine, keskin bıçaklarla ve kancalarla donatılmış bir masayı yerleştirdiler. Bunlar öyle yerleştirilmişlerdi ki, tekerlek döndürüldüğü vakit, o keskin bıçaklarla kancalar, Georgios’un bedenini kesip paralayacaklardı. Ne korkunç şey! Şehitlere işkence edecek olan bu alet ne kötü!
Georgios korkunç bir şekilde acı çekiyordu. Açılan yaralar onu çok sarsıyorlardı. Oysa Georgios sürekli dua ediyordu. Bu mücadeleden galip çıkması için Tanré’ya dua ediyordu. Önceleri, duası herkes tarafından işitiliyordu. Daha sonraları ise, sesi yavaşlamıştı. Çünkü, Aziz Georgios’un beden gücü yavaş-yavaş zayıflıyordu.
Dioklitianos, zalimane bir şekilde işkence çeken Aziz Georgios’u takip ediyor ve onun yiğitliğine alaycı bir tavırla dedi:
- Georgios, senin Tanré’n nerede? Sana yardım etmesi için niçin gelmiyor? Senin böyle çile çekmene niçin izin veriyor?
Sonra da, kana susamış olan Kral, kalktı ve sahte Apollon tanrısının mabedine gidip putlara kurban kesmeğe gitti.
Fakat aynı zamanda, Dioklitianos daha, Aziz Georgios’un işkenceye tâbi tutulduğu yerden pek uzaklara ayrılmamıştı ki, ağır ve kara bulutlar gökyüzünü sardı. Gök gürültüleri ve şimşekler çakmaya başladı. Şimşekler bulutları çiziyor, gökyüzünden şöyle ilahi bir ses duyuluyordu:
- Georgios, korkma. Ben seninle birlikteyim. İnanç ve kahramanlıkla sabrettiğini takip ediyorum.
Devamında, az bir zaman için sakin bir suskunluk hakim oldu. Ansızın o siyah bulutlar dağıldılar. Gökyüzü açıldı ve işte sana bir mucize!Georgios ayaktaydı ve tekerlekten çözülmüş bir durumdaydı. Georgios’u Tanré’nın meleği oradan kurtarmıştı. Orada, o işkence yerinde bulunanlar, bu olayı gördükleri vakit şaşırıp kaldılar. Bu kadar açık bir şekilde gücünü gösteren İsa Mesih’e onlar da inandılar.
Sonra da askerler ve işkenceciler, Georgios’u elinden tutup, korku ve saygıyla, putlara kurban kesme hazırlığında olan Kralın önüne getirdiler. Georgios’un, tekerlekten kurtulmuş bir durumda olduğunu gören imparator adamakıllı kızdı. Gözleri ateş saçıyordu. Dudakları titriyor ve küfür yağdırmak için hazır duruyorlardı. Fakat, Aziz Georgios ondan daha atak davrandı ve ona dedi:
- Kral hazretleri, sen beni ölüme teslim ettin. Ancak, gökyüzünün kralı olan Tanré beni kurtardı. Bunlar yalan değildir. Budur gerçek Tanré. Hepiniz ona tapınız. Putların önünde diz çökmeye bir son veriniz.
Dioklitianos kızgın bir vaziyette bağırıyordu:
- Protoleontas, Anatolios, benim kahraman binbaşılarım, seçkin subaylarım, tutun ve onu bağlayınız. Bana ne bakıyorsunuz? Ben size bakıyorum. Ben imparatorum.
Fakat, başkomutanlar, Dioklitianos’un emirlerini dinlemiyorlardı. Ustelik gördükleri mucize ve işittikleri o göksel ses, onlar için Georgios’un Tanré’sına inanmalarına sebep oluyordu.
Orada, imparator, başkomutanlar tarafından emirlerinin yerine getirilmelerini beklediği bir anda, komutanlar, askerî kayış ve kılıçlarını, imparatorun ayaklarına doğru attıklarını görür. Bu da, artık imparatorun ordusunda yer almalarını istemediklerinin bir işaretiydi.
- Biz de İsa Mesih’e inanıyoruz, diye cesaretle bağırdılar.
ŞEHİTLERİN KANI
- Ölüm! Ölüm sizi beklemektedir, diye kızgın bir şekilde Dioklitianos bağırdı. Fakat, onları nasıl öldüreceğini daha düşünmeden, askerler yorgun bir durumda önüne gelip başka sarsıcı olayları da kendisine anlatırlar.
- Kral hazretleri, kışlalarda işler karma karışık gidiyor. Birçok asker ve subay, senin tanrılarını terk edip Hıristiyan oluyorlar. Georgios’u takip ediyorlar. Çünkü, bazıları mucizeyi gördüler, bazıları da mucizeyi işittiler.
- Bunların tümünü derhal tutuklayınız, diye bağırır Dioklitianos. Onların hepsini, bağlı olarak benim önüme getiresiniz. Onları kan içerisinde boğacağım.
Ve gerçekten de, devamında meydana gelen katliam çok korkunçtu. Anatolios ile Protoleontas’ın başları, şehrin az dışında kesildi. Birçok başka kişi de korkunç ölümle katledildi. Bunların arasında Evsevios, Leontas, Leontios, Longinos, Viktoras, Zinonas ve Akindinos da vardı. Ancak bunların tümü, ölümü sakinlikle ve soğuk kanlılıkla karşıladılar. Bunlar, İsa Mesih’e dualar ederek öldüler.
KİREÇ DOLU ÇUKURDA
Bu arada, Dioklitianos’u korku sarmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Her gün artan Hıristiyanları nasıl yok edeceğini bilemiyordu. Aziz Georgios’tan daha da korkuyordu. O canlı kaldığı müddetçe, onun yaptığını, diğer Hıristiyanlar da yapıyorlardı. Onun için de Aziz Georgios’un katledilmesi için emir vermişti.
Ertesi sabah, Dioklitianos’un askerleri, Büyük Şehit Aziz Georgios’u aldılar ve onu şehrin az dışına götürdüler. Orada, kireçle dolu dev bir çukur vardı. O çukurun içine bol su atmışlardı ve kireç de kaynıyordu. Putperest askerler, Aziz Georgios’u o çukurun içine attılar ve onu üç gün üç gece bıraktılar.
Üçüncü gün, çukuru kazıp Aziz Georgios’un bedeninden ne kaldıysa bulmaları için imparator emir verdi. Dahası, bedeninden kalmış olan parçaları da yok etmeleri için emir verdi. Ta ki Hıristiyanlar bu parçaları bulamasınlar diye. Çünkü bu parçalarla onların imanı daha da çok gûçlendirecekti.
Birçok asker ve sivil halk, üçüncü gün, Aziz Georgios’un bedenini görmek ve imparatorun emrini yerine getirmek için şehrin dışına çıktılar. Putperestler, aptalca gülüyor, Hıristiyanlarla ve onların mücadeleleriyle alay ediyorlardı. Ancak, kireçle dolu olan çukurun yerine vardıklarında, tartışma ve gülüşmeler son buldu. Herkes şaşkınlıkla askerlere baktı. Onlar, Büyük Şehit Aziz Georgios’u attıkları yeri kazmağa başlamışlardı. Ansızın, Aziz Georgios’un sağ salim o çukurdan çıktığını gördüler. Tanré’nın yardımıyla, kirecin o korkunç ateşi ona hiç dokunmamıştı. İşte o zaman herkes şaşırıp kaldı. Mucize apaçıktır. Çok kişi de bağırır:
- Georgios’un Ôanré’sé gerçek Tanrı’dır. O, mucizeler yaratmaktadır.
Daha sonra da imparatora onu götürürler ve olup biteni ona söylerler. Ancak, İmparator Dioklitianos’un kalbi şeytan tarafından muhasara altına alınmıştır. Ruhu da günahların içerisinde boğulmaktadır. Duygulanıp İsa Mesih’e o da inanacağı yerde, Aziz Georgios’a der:
- Bana söyler misin Georgios, bu büyü tekniğini nereden öğrendin? Bize bunun tekniğini ifşa et ve sözüm ona Hıristiyan olup senin Tanré’nın bu mucizeleri yaptığını söylemeye son ver.
- Kral hazretleri dedi Aziz Georgios, ben de sanıyordum ki, beni kireç fırınından kurtarıp kurtulmama vesile olan İsa Mesih’in bu mucizesinin, senin de gerçekleri göreceğine sebep olacağını sanıyordum. Fakat maalesef, sen putperestliğin karanlığında bağlı bir kişisin. İsa Mesih’in de bu apaçık mucizelerini büyü işi olarak vasıflandırıyorsun.
KIZGIN AYAKKABILAR
Fakat Dioklitianos, bunlardan ne duygulanıyor, bunları ne işitiyor ve ne de bunları görüyordı. O, yozlaşmış ve sertleşmiş bir Hıristiyan düşmanıydı. Aziz Georgios ile başka bir tartışma yapacağı yerde, onu yeni bir feci işkenceye tâbi tutuyordu.
Aziz Georgios’a demir ayakkabı giydirmeleri emrini verdi.Daha önceleri de o ayakkabıları, kıpkırmızı olana kadar adamakıllı ateşte yakarak. O ayakkabıların içinde, dikine çiviler de mevcuttu. O metal ayakkabılar kızarır kızarmaz, işkenceciler onları giymesi için Aziz Georgios’un önüne getirdiler. Aziz Georgios istavroz çıkarttı ve dua ederek onları giydi. Putperestler Azizi itiyor ve onun koşmasını istiyorlardı. İmparator ise gülüyor ve kahkahalar atıyordu. Bu işkence çok uzun sürdü. Fakat, Aziz Georgios’u Tanré korudu.
Sonra, ayaklarında giyilmiş olup bu korkunç demir ayakkabılarıyla Aziz Georgios’u kötü bir hücreye kapadılar. Orada bütün gece kaldı ve dua etti:
- Tanré’m, bana yardım et, diyordu. Şimdi, acılarımdan dolayı paramparça oluyorken, şimdi bedenim ve kemiklerim de sarsılırken, düşmanlarım çoğalırken, senin yardımına daha çok ihtiyacım vardır. Kilise ilâhilerinden ezbere bildiğini okuyordu.
Sabah olduğunda, şaşkınlıkla gördü ki, ayaklarında hiçbir yara bile yoktu. Bu arada, Aziz Georgios’un geçirmiş olduğu bu işkenceden sonra hiç yürüyemeyeceğini sanıyordu. Aziz Georgios’u huzuruna çıkarmaları için, velev ki askerlerin omuzlarında bile olsa, getirmeleri için emir verdi. Fakat, hiçbir şey olmamış gibi yürüyebilen Aziz Georgios’u şaşkınlıkla gördüğü zaman, ona sordu:
- Ayakkabılardan memnun kaldın mı? Sana iyi geldiler mi? Sana sevinç getirdiler mi?
- Evet Kralım, dedi Aziz Georgios.
- Georgios, bu büyü ustalığını bırak. Bu aptallıklarınla, kendini ve başkalarını da kandırmaya son ver.
- Aptal olan sensin Kralım, sana böyle konuşuyorum, çünkü bakıyorum ki, Tanré’nın gücünü büyü gücü olarak vasıflandırıyorsun
KORKUNÇ BİR ŞEKİLDE KIRBAÇLANIYOR
İşte o vakit imparator hiddetinden sarsıldı. Yüksek rütbeli birinin ona karşı bu şekil konuştuğunu ve onu eleştirdiğini ilk defa görüyordu. O barbar egoizmini tatmin edebilmesi için, Aziz Georgios’u acımasızca kırbaçlamaları yönünde bağırarak emir verdi.
Kırbaçlama işkencesi korkunç kötüydü. İşkenceciler, İsa Mesih’in askerini hiç acımadan kırbaçlıyorlardı. Ellerinde öküzden yapılmış kırbaçlar tutuyor ve onlarla genç Aziz Georgios’un bedenini tarıyorlar. Biri bitiriyor, diğeri başlıyor. Aziz Georgios’un karnında ve arkasında yaralar meydana getiriyorlar. Kandan, göğsü kıpkırmızı oluyor. Acılar da büyük ve dayanılmazdı. Fakat, İsa Mesih için olan sevgisi daha büyüktü. Böylece de Aziz Georgios, İsa Mesih için her şeye göğüs geriyor ve dayanıyordu. Ve Aziz Georgios’un acıları üzerinde, herkes bir tatlı ışık görüyordu. Garip bir parıltı, bir huzur, bunu da hiç kimse açıklayamıyordu.
Sadece o kana susamış ve katı kafalı olan Dioklitianos, Georgios için, bunları büyü usulüyle yaptığını söylemeye devam ediyordu.
BÜYÜCÜ ATHANASİOS
O vakit kayyum ve imparatorun başdanışmanı olan Magnentios krala:
- Üzülme Kralım, senin imparatorluğunun en büyük sihirbazı bizim şehrimizde bulunmaktadır. O büyük büyücü Athanasios’tur. O, büyü tekniğinin tümünü bilmektedir. Onu çağır, o hemen, Georgios’un büyüsünü yenecektir.
O zaman, o büyük sihirbaz, Dioklitianos’un sarayına davet edilir. İmparator, Aziz Georgios’un durumunu sihirbaza anlatér:
- Georgios, büyüleriyle, bildiğin gibi ve herkesin bildiği gibi bizi alt üst etmiştir. Şimdi, bunları nasıl yaptığını sadece sen ve senin gibi olan büyücüler bilebilir. Lütfen, sana rica ediyorum, sen de büyülerinle, onu, benim emirlerimi dinler hâle getir. Başka türlüsü de, herhangi bir zehri tercih edip onu öldüresin.
- Yarın Kralım, gücümü sana gösterebileceğim, dedi büyücü. Sen sadece bu gece için sabret.
Büyücü, sihirli laboratuarına hareket etti. Aziz Georgios ise hapishaneye kapatıldı. Onu orada çift bekçiler koruyorlardı. Ertesi günü, şafak sökerken, büyücü saraya ulaştı. Beraberinde de, zehir dolu iki tane çömlek getirdi. Sarayın dışında imparatoru gördüğünde, ona böbürlenerek dedi:
- Kral hazretleri, Georgios’u önüme getirmeleri için hemen emir veriniz. Büyük tanrılarımızın gücünü orada göreceksiniz. Kral hazretleri, gördüğün gibi, burada iki tane toprak çömleğim var. Birinde öyle bir zehrim var ki, onu içer içmez, Georgios aklını kaybedecektir. Hiçbir itiraz getirmeden de senin emirlerini yerine getirecektir. Sağ elimde tuttuğum diğer toprak kapta da, ölüm zehri vardır. Bundan içer içmez hemen ölecektir.
Dioklitianos hiç zaman kaybetmez. Emir verir ve hemen Aziz Georgios huzuruna getirilir.
- Georgios, şimdi senin büyülerin artık tutmayacaklar, diyor kendisine Dioklitianos.
Kahraman aziz hiç konuşmaz. O vakit Dioklitianos, sihirbaza işaret ederek, Georgios’a, aklını kaybettiren o zehirden vermesini istedi. Aynı zamanda da, Georgios’a, o zehri içme emrini de verdi. Aziz Georgios dua eder ve o zehri cesaretle içer.
İmparator bekliyordu. Fakat, Georgios’a zarar vermiyordu. Heyecandan imparator dolup taşıyor,Egoizm onu boğuyordu. Şimdi de kötülük onun gözünü karartmıştı. Elindeki diğer ölüm zehrini de Aziz Georgios’a vermesi için, büyücü Athanasios’a emir verdi. Büyük Şehit Aziz Georgios bunu da içer. Bu defa da kendisine hiçbir şey olmaz. Uzunca bir suskunluk zamanı geçer.
Zehrinin gücünü bilen büyücü Athanasios şaşırıp kalıyor. Georgios’u hangi gücün koruduğunu bilmez. Olup bitenleri gören kalabalık, donup kalıyor. Ve, ansızın, imparator şu sözlerle patladı:
- Georgios, senin o büyücü tekniklerin, bizim aklımızı çeliyor. Söyle bize, ne zamana kadar bize çile çektireceksin? Ne zamana kadar gerçeği bizden saklayacaksın?
- Senin bu şaşkınlığını anlıyorum, Kral hazretleri, dedi Georgios. Ama ben senden gerçeği saklamayacağım. Yine de sana diyorum, senin dediğin gibi, beni sihirli usul korumuyor. Beni koruyan, benim kendisine taptığım Tanré’m, İsa Mesih’im koruyor. Hıristiyanların Allah’ı diriliş Tanrı’sıdır. O, mucizeler yaratan Tanré’dér. Yeter ki iman olsun.
AZİZ GEORGİOS ÖLÜYÜ DİRİLTİR
Daha sonra da, ölülerin yeniden diriltilmeleri konusunda bir tartışma oldu. Büyücü Athanasios yeniden diriltmeleri duyunca, alaycı bir tavırla güldü ve dedi:
- Kral hazretleri, biz, senelerce bu sihir olayıyla uğraşıyoruz. Fakat, ölüleri asla diriltemiyoruz. (Gerçekten de, sihirbazlar, şeytanın gücüyle sihir yapabiliyorlar. Ki o da her zaman kötülük içindir. Fakat, büyü çözemiyorlar. Büyü bağlıyorlar ama çözemiyorlar. Kötülüğü yapabilirler, ancak iyiliği de yapamazlar. Hiç şeytan iyilik yapabilir mi ki, o kötülüğün nesneleştirmesidir. Bu, Musa peygamber zamanında, Mısır sihirbazlarında çok net görünmektedir. Musa peygamber, asayı yılan ve suyu da kan yapmıştı. Firavun sihirbazları çağırdığı zaman, onlar da aynı şeyi yaptılar. Asayı yılan, suyu da kan. Ancak, yeniden eski hâline getiremiyorlardı. Yani, yılanı asa ve kanı da su yapamıyorlardı. Bunu sadece Musa peygamber yapmıştır.
Büyü çözmek için, büyücülere ve medyumlara gidip kiliseye gitmeyenler bunları işitsinler. Büyü çözmeye kadir olan sadece kilisedir). Şimdi eğer bu Hıristiyan ölüyü diriltebilirse, ben o zaman, onun büyük bir Tanrı’ya inandığını ve ona ibadet yaptığını söyleyebilirim. Hemen o saatte, imparatorun başdanışmanı olan Magnentios atıldı ve alaycı bir gülüşle şöyle dedi:
- Georgios, eğer senin dinine inanmamızı istiyorsan, bu ölü Hıristiyanlardan birini dirilt. Onlar ki burada ölü olarak duruyorlar ve o aptallar, dinleri için ölümle cezalandırıldılar.
Aziz Georgios, bu imansızların tekliflerini, halkın inanması ve İsa Mesih’in şereflendirilmesi için kabul etti. Öldürülmüş olan şehit insanların cesetlerine doğru ilerliyor ve aynı zamanda da samimi ve içten gelen bir duyguyla duada bulunuyor. Daha gömülmemiş cesetlerin yanına varır varmaz, diz çöküyor ve gözlerini gökyüzüne doğru çeviriyor. Gözlerinden gözyaşları akar. İsa Mesih’ten istenen bir isteğe karşı en büyük andır. Aziz Georgios, ölmüş olan bir kişinin ruhunun geri dönmesini istemektedir. Ta ki böylece putperestlik utandırılsın diye. İsa Mesih’in dini de yücelsin diye.
Dua biter. Aziz Georgios kalkıyor ve sabit bir sesle, ölmüş olanların birine şöyle der:
- İsa Mesih’in adına yeniden diril! Hayat al ve ayağa kalk!
İşte o vakit de herkes dilini yutar ve donakalır. Gerçekten de! Ölü bu emrin karşısında ayağa kalkar. Bir an için suskunluk hakim olur. Çok kişi de korkunun verdiği o donukluğu kırıp bağırırlar:
- Hıristiyanların Tanré’ı gerçektir.
Dioklitianos, bu muazzam olayın karşısında gözlerini kapar ve bunların tümü bir sihir olayı olduğunu söyler.
Ancak, büyücü Athanasios, Aziz Georgios’un arkasında bir ilâhi gücün varlığını anlar. Ne imparatorun sözünü dinler, ne de Magnentios’un sözünü dinler. Koşarak Georgios’un ayaklarına kapılır ve ona der:
- Georgios, senin Tanrı’n gerçek Allah’tır. Sana yaptıklarımdan dolayı beni affet. Ben de Hıristiyanların Ôanré’sına inanıyorum.
ÖLÜM! ÖLÜM!
Dioklitianos şaşırıyor. Bir an için dilsiz ve hiç konuşmadan duruyor. Ne yapacağını şaşırıyor. Ne yapacağını bilemiyor. Sonra da, herkesin susmasını emreder. Herkes sustuktan sonra da, oradaki halka karşı kuvvetli bir sesle şöyle bağırdı:
- Mel’un Athanasios sihirbazdır ve anladığınız gibi hepimizi aldattı. Ona zehir vermedi, ona kuvvet ilâçları vermiştir. Bunların tümü yalandır. Herkes benim krallığımı yıkmak istiyor. Benim şanımı kıskanıyorlar. Ölünün diriltilmesi de yalandı. Hiçbir şeye inanmıyorum. Her tarafımda büyücü ve üç kâğıtçılar var. Ama ben, ellerim ve kollarım bağlı olarak kalmayacağım. Beni aldatmalarına izin vermeyeceğim. Şu anda da büyük kararımı alıyorum:
Hıristiyanlara ölüm! Yeniden dirilmiş olana da ölüm! Büyücü Athanasios’a da ölüm! Kan istiyorum. Hıristiyan kanına susamışım...
Deli gibi yapıyor.
Dioklitianos’un askerleri, vahşi canavarlar gibi orada olan halkın içine yürüdüler. Vahşi canavarlar gibi büyücü Athanasios’u ve diriltilmiş olanı da yakaladılar ve onları öldürdüler. Ve böylece de o şanslı kişi, iki defa şehit oldu. Sonra da Aziz Georgios’u acımasızca hapishaneye doğru sürüklediler. Onu orada karanlık bir odada bağladılar.
MUCİZELER DEVAM EDİYOR
Ama, Aziz Georgios’un mucizeleri, herkes tarafından, her yerden öğrenilmiş ve her yerden Hıristiyanlar hapishaneye doğru koşuyorlardı. Gardiyanlara ricada bulunuyor, onlara rüşvet veriyor ve böylece Aziz Georgios’un o parlak yüzünü görmeyi başarıyorlardı. Birçok hasta, Aziz Georgios’un ayaklarına kapılmakla sağlıklarına kavuşuyordu.
Bir gün, Glikerios adında, fakir bir çiftçi, Aziz Georgios’un hücresine girmeyi başarır. Üzüntülü bir durumda, Aziz Georgios’un ayaklarına kapılarak ve ağlayarak şöyle başlar:
- Tanré’nın insanı, bana yardım et. Ben fakir biriyim. Benim acımı dinle. Ben orada tarlamı öküzlerimle sürüyorken, öküzlerimden biri öldü. Sana rica ediyorum Aziz Georgios, öküzümü yeniden dirilt. Açlıktan ailem ölmesin. Ben ve çocuklarım sana minnettar olacağız.
- Georgios, fakir çiftçinin bu dediklerini sevgi ve huşu ile dinledi. Onun acısını anladı ve tatlı bir gülümseyişle kendisine dedi:
- Glikerios, sen tarlana git. Ve sen orada öküzünü canlı bulacaksın.
İşte o zaman, fakir çiftçi tarlasına doğru sevinçle koştu. Aziz Georgios’un dediği gibi de, öküzünü orada canlı gördü. Ancak, tarlayı sürme işine devam etmedi de, yeniden hapishaneye geri döndü. Aziz Georgios’a teşekkür etti ve minnet dolu bir sesle:
- Gerçekten! Hıristiyanların Tanré’sı büyük ve güçlüdür, dedi.
Fakat, minnet dolu o sözlerine devam edemedi. Çünkü onu hemen putperest subaylar yakalayıverdiler ve onu Dioklitianos’un önüne getirdiler. O, Hıristiyan inancından dolayı suçluydu. Canavar ruhlu imparator, Glikerios’un da Hıristiyan mensubu olduğunu duyunca, hiçbir şey sormaz, ama hemen başının kesilmesi emrini verir.
Bu arada, Kralın yüksek rütbeli şahıslarından biri, Dioklitianos’un huzuruna çıkar ve ona, birçok Hıristiyan’ın, Aziz Georgios’u görmeyi başarıyorlar diye kendisine söyler. Üstelik, Aziz Georgios hapishanede olduğu hâlde, birçok putperestin hristiyan inancéna bağléyép Hıristiyanlara da cesaret veriyor.
Dioklitianos o zaman daha sert emirler çıkarır. Aziz Georgios’u tamamen tecrit eder. Onu, hapishanenin daha derin, daha rutubetli ve daha karanlık bir hücresine götürür. Kapılara da üçerli ve dörderli nöbetçiler diker.
Daha sonra da başdanışmanı olan Magnentios’u yanına çağırır ve ona der:
- Magnentios, Georgios için bir karar almalıyız. Senin fikrin ne?
- Seninle aynı fikirdeyim Kral hazretleri. Bu olaya bir son vermeliyiz. Yarın onun son ifadesini almamız gerek.
İLÂHİ RÜYA
O gece Aziz Georgios, hapishanede sürekli dua ediyordu. Gecenin ileri saatlerinde, açlıktan, yorgunluktan ve işkenceden uyuyuverir. O vakit rüyasında İsa Mesih’in simasını görür. İsa Mesih ona eğilmiş, onu öpüyor ve başına da taç giydiriyordu. Devamında da ona:
- Georgios, hiç korkma. Cesaretle ilerle. Ebedî sevinç saatin yaklaşmıştır. Bugünden sonra, yanımda olma şerefine nail oldun. Geç kalmayacaksın. Yakın bir zamanda yanıma geleceksin. Tüm nimetler senin için hazır durumdalar. Seni bekliyorum...
Aziz Georgios uyandığı zaman anladı ki, o rüya ilâhi bir rüyaydı. Hizmetçisine haber verdi ve sonunun yaklaştığını ona söyledi. Bedeni için özen göstermesi hususunda kendisinden ricada bulundu. Annesinin vatanı olan Filistin’in Lidda bölgesine gömûlmesini istedi.
İMPARATORUN MANEVRASI
Sabah olduğu zaman, Dioklitianos, genç Aziz Georgios’u yanına çağértté. Gardiyanlar, Aziz Georgios’u koruma altında saraya götürdüler.
Dioklitianos onu orada gördüğü vakit, taktik değiştirdi ve kendisine şunları söylemeğe başladı:
- Georgios, ne kadar cesur olduğunu ispat ettin. Seni sevdiğim ve saydığım için, Hıristiyanlara uygun ölümle seni öldürmüyorum. Senin pişman olmanı bekliyorum. Bunu da ekliyeyim:
Eğer fikir değiştirirsen, seni şan şeref beklemektedir. Georgios sen yiğit birisin. Sen, yaşamalésén. Tanrılarıma yemin ediyorum ki, seninle krallığımı, bu büyük Roma İmparatorluğunu bile bölüşmeğe hazırém. Ancak, önce tanrılara kurban kes. Benim hatırım için.
Aziz Georgios cevap vermeyip düşünceli bir tavırla ona bakar. O zaman imparator, bu işi başardığını sanmaya başladı ve merakla kendisine sordu:
- Georgios, söyle bakalım bana, söyle oğlum, ne düşünüyorsun?
- Kral hazretleri, önce sizin mabede girip putlarını görmek istediğimi ve sonra da cevap vermeyi daha uygun olur diye düşünüyorum.
Dioklitianos, sevinç ve umut dolu, beyleri ve Aziz Georgios ile birlikte, Apollon tapınağının içine girer.
PUTLARI YERLE BİR EDER
Herkes, büyük bir merakla, Aziz Georgios’un ne yapacağını görmek istiyordu. Ansızın, Aziz Georgios sağ elini Apollon heykeline uzatıp ona şunları dediğine şahit oldular:
- Ben bir Hıristiyan olarak, cansız bir puta kurban kesmem hiç mümkün mü?
Aziz Georgios daha sonra istavroz çıkardı. Sonra da, Apollon heykelinde oturan kurnaz ruh, Aziz Georgios’un orada oluşundan rahatsız oldu ve dile gelip dedi:
- Ben Tanré değilim. Hiçbir heykel Tanrı değildir. Sadece senin taptığın Tanrı gerçek Tanré’dır. Biz bu putlarda saklı olanlarımızın tümü kurnaz ruhlarız. Biz insanlarla alay ediyoruz.
- Ben ki Tanré’nın kuluyum ve burada bulunduğum bir anda, siz niçin orada kalmayı sürdürüyorsunuz? Diye Aziz Georgios sordu.
O zaman şiddetli bir gürültü ve patırtı işitildi. Müthiş bir karmaşa meydana geldi. O anda sesler, ağlamalar ve sızlamalar işitildi. Korkunç bir şey meydana geldi. Putlar mabedi şiddetle sarsıldı ve putlar yere düşerek paramparça oldular. O zaman, imparatorun ve beylerinin kalplerini umutsuzluk ve heyecan sardı. Hatta bazı putperest din adamları, Aziz Georgios’un üzerine kötü niyetle saldırdılar. O aptallar, putlarının yerlerde olduklarını ve ne yapacaklarını da bilemiyorlardı. Bu kötü anda şöyle bağırdılar:
- Bizim mabedimizi başımıza yıkmadan evvel, şu aldatıcıyı öldürün. O anda birçok sesler ve küfürler işitildi. O ses de saraya kadar ulaştı. Sarayda uyuyan Kraliçe Aleksandra da şaşarak uyandı. Tüm bu gürültünün o Hıristiyan Georgios için olduğunu anladé. O anda kalbi garip bir şekilde çarpmaya başladı ve şöyle mırıldandı:
- Şu kadar zamandan beri ben de Hıristiyan’ım ve bunu saklıyorum. Bu doğru değildir. İsa Mesih için olan sevgi ile imanın saklı olmaması lâzımdır. Bunları söylerken, kalkıp giyindi ve oradaki kalabalığa karışarak, şöyle bağırmağa başladı:
- Georgios’un Tanré’sı! Bana yardım et. Gerçek Tanré sadece sensin.
O anda ise Dioklitianos hınç dolu bir durumda, Aziz Georgios’u kötülüyor ve ona inançsız diyordu. Çünkü o, mabetteki putları devirmişti. Velev ki bu, bir mucize sonucu meydana gelmiş olsa bile.
Aziz Georgios ise, hiç şaşırmadan ve sakince ona şöyle cevap verdi:
- Kral hazretleri, bu senin için ayıptır. Böyle tanrılara dayanman doğru değildir. Görüyorsun ki bunlar kendilerini bile koruyamadılar.
Dioklitianos ile Aziz Georgios arasındaki bu tartışma sürüp devam ediyordu ki, içeriye Dioklitianos’un karısı Aleksandra girdi ve Aziz Georgios’a mucizeleri için teşekkür etti. Putperest dininin yanılgılarını da eleştiriyordu.
İmparator ne yapacağını bilemeyip şaşırıp kalıyor. Gözlerinin gördüğüne inanamıyor.
- Mırıldanarak der, yandık, gittik, mahvolduk. Ben bedbahtım. Bu imansızların dini dokuz başlı ejderha oluyor ve beni boğuyor. Yanlarına benim hanımı da aldılar. Ama ben yılmadan yerimde olmalıyım. Bir karış bile geri yapmamam lâzım.
Sonra, içindeki cani hırsı ateşlenir ve başdanışmanını da yanına çağırarak ondan tipik bir suçlama yazısı yazmasını ister. Bu da, karısı ve muzaffer Aziz Georgios’un ölümü için olacaktı. İmparatorun o suçlama yazısı aşağı yukarı şunları içeriyordu:
“Kraliçe Aleksandra ile binbaşı Georgios’un başlarının kesilmelerini emrediyorum. Binbaşı Georgios, kral idaresini hiçe saydı, tanrılara küfür etti ve o putların mabetlerini yerle bir etti”.
Ancak, kraliçe Aleksandra İsa Mesih adına şehit olmayı yetişemedi. Orada, hapishanede sessizce dua ederken, bir kuş gibi sakin bir şekilde vefat etti. Tanré, ona tatlı bir son hazırlayıp sundu.
FECİ SON
303 yılının 23 Nisan sabahında, askerler çıplak kılıçlarla ve kötü niyetle hapishanedeki hücreye girdiler. İsa Mesih şehidi anlamıştı ki, artık büyük son anı yaklaşmıştı. O asık suratlı askerler Aziz Georgios’u şehrin dışına çıkardılar. Aziz Georgios, oradaki baharın yeşilliklerinden ve çiçeklerinden geçerken mesrur bir hâlde baharın havasını teneffüs etti. Son defa olarak, Tanré’ın yarattığı doğayé gözlerinin kucaklamasına izin verdi. Sonra da mırıldandı:
- Tanré’m, Cennet yanında bunlar da nedir ki? Ancak, bizi bekleyen mutluluk hakkında bunlarla bir örnek veriyorsun. Sana hamdolsun”.
İnfaz yerine ulaştıkları vakit, Aziz Georgios diz çöker ve cellatları için dua eder. Sonra da bağırır:
- Tanré’m, benim ruhumu kabul et.
Onun infazını görmeye gelen kalabalığa bakarak der:
- Tanré’m, seni tanıma şansını bu insanlara da nasip et.
Sonra da bir ölüm sessizliği hakim olur. Aziz Georgios, boynunu celladın önüne cesaretle eğer. Kısa bir süre sonra mübarek başı kesilir ve o temiz kanı da yerin bahar otlarını sular.
Onun ruhu, ilk baharın kokusuyla birlikte, Cennet’in ebedî ve sonsuz mutluluğunun tadını çıkarmak için gökyüzüne yükselir.
* * *
Bu genç, aziz, büyük din şehidi, yılmaz ve yiğitti.
Asırların geçmesiyle, Hıristiyanların, Aziz Georgios’a olan sevgisi çok büyüktü. Ona, kahramanlığı ve çektiği işkenceden dolayı kendisine saygı duyarlar. Ona itibar ederler, çünkü o birçok mucize yapabilsin diye Tanré ona inayet vermiştir. Aziz Georgios Tanré’yı çok sevdi. Tanré da onun imanını ve çilesini şereflendirdi. İnsanlar da farklı bir saygı ve duyguyla ona hürmet ettiler, ona saygı gösterirler ve asırlar boyunca da ona şeref vermeye devam edecekler.
İKİNCİ BÖLÜM
AZİZ GEORGİOS’UN MUCİZELERİ
---------------------------
Aziz Georgios’un mucizeleri sayılmaz derecede çoktur. Ona verilen inayet ve Tanré’nın gücü daha iyi anlaşılması için bunlardan bazılarını zikredeceğiz.
DUL KADININ OĞLU
Yunan adasında, Midilli’de, Aziz Georgios’un yortusunda, her yıl büyük bir panayır olmaktaydı.
Yıllardan birinde, Girit korsanları, yağma, işgal altına almak ve hırsızlık yapmak için bu günü seçmişlerdi.
Gerçekten de, Hıristiyanların tümü, kilisedeki ayinde bulundukları bir anda, onlar oraya hızla hücum ettiler ve her yere korku ile dehşet saçtılar.
Birçok eşya, yanlarına da oldukça erkek ile kadın esir aldılar. Bu esir alınanlar arasında, bir de, eşraftan bir dul kadının güzel genç oğlu vardı.
Bu gencin güzel olduğunu gördükleri için, onu Girit Amir’ine hizmetçi olarak verdiler. O memnun kaldı ve bu genci yemek hizmetine tayin etti.
Fakat, dul kadının tek ve sevgili oğlu olduğu için, gece gündüz ağlıyor ve Aziz Georgios’tan onu yeniden yanına getirmesini istiyordu. O dul kadının merağı günden güne artıyordu. Çünkü onun yaşayıp yaşamadığını bilmiyordu. Aziz Georgios’un kilisesinden hiç kalmıyordu.
Bir gün, Amir, öğle yemeğini yerken ve dul kadının oğlu olan genç de şarabı, Amir’in bir işaretiyle ona vermeyi beklediği bir anda, şu büyük mucize meydana geldi:
O genç esir, elini Amir’e doğru, içkiyi vermesi için uzattığı bir anda, onu Aziz Georgios elinden tuttu ve kendisi de, ne olduğunu hiç anlamadan, onu alıp Mitilini adasına, annesinin önüne getirdi ve onu teslim etti. Genç, orada daha hâlâ elindeki şarapla, Amir’in yanında olduğunu sanarak elini uzatıyordu. Fakat, dikkatli bir baktığında annesini gördü. Anne ile oğlu kucaklaştılar, öpüştüler ve Tanré ile Aziz Georgios için şükür duasında bulundular.
Aziz Georgios, o sıcak duayı işitmiş ve Tanré tarafından kendisine verilen bu güçle mucizevi bir şekilde o genci kurtarmayı başarmıştı.
Aziz Georgios, “esirlerin kurtarıcısı ve fakirlerin de destekçisi” olmuştu.
ARAP, NE GÖRÜP İNANDI
Bir zamanlar, Suriye Amir’i, Diospoli veya Arapların verdiği isme göre Ramel adındaki şehre, bazı ciddi konuları yerinde incelemesi için yeğenini o şehre yollamıştı.
Amir’in gönderdiği kişi oraya vardığı vakit, görkemli, Aziz Georgios adına yapılmış olan bir kilisenin önünde durdu. Yanında bulunan hizmetçi ve arkadaşlarına dedi:
- Buradaki bu kiliseye bagajları taşıyınız. Bunun içine, on iki develerimizi de sokasınız.
Onun yanındakiler de hemen bagajları kilisenin içine taşımaya ve develeri de içine haydamaya başladılar.
Hıristiyanlar bu olayı görür görmez, şikâyet etmeğe başladılar. Bu saygısızlığı yapmamaları için, papazlar onlara ricada bulundular. Onlarsa bu uyarıya aldırış etmediler ve başkanlarından aldıkları emri yerine getirmekte geç kalmadılar. Ama Aziz Georgios, bu hakaret dolu hareket karşısında ilgisiz kalmadı. On iki deve de, Aziz Georgios’un kilisesinin içine ayak basar basmaz, yere düştüler ve hemen o anda hepsi öldüler.
Amir’in yeğeni bu mucizeyi görür görmez, Aziz Georgios’un gücüne hayran kaldı ve ölmüş olan develerin leşlerini ve bagajları kilisenin dışına atmaları için emir verdi.
Sonra, gece karanlığı çöktüğü vakit düşünceye kapéldı. Mantığı, kiliselerinde bu çeşit mucizelerin meydana geliyor olması, Hıristiyanların arkasında, dünya üstü bir varlığın mevcudiyetinden bahsediyordu.
Ertesi günün, içinde meydana gelen bir din uyanışı ve merak dolu, Hıristiyan mabetlerinde yer alanlaré seyretmek amacéyla Aziz Georgios’un kilisesine girdi.
Kurtuluş ilmi için susamış olan insanlardan hiçbir şey saklamayan Büyük Tanré da ona sarsıcı bir mucize gösterdi.
O kilisenin papazı, vaaz kürsüsüne açılan merdivenli kapıda kutsanmış şarabı hazırlarken, Arap, tüylerini ürperten bir şey gördû. Papazın bir küçük çocuğu kestiğini, kanını da Kutsal Kâse’ye attığını gördü. Sonra da, sanki onun bedenini küçük parçalara bölüp onları da bir tablaya koydu. Garip ve donmuş bir hâl alan bu Arap, acaba daha sonra nelerin olacağını düşünüp bakıyordu. Ancak, şaşkın bir durumda görüyordu ki, halk, o çocuğun kanından komünyon alıyor ve bedeninden de yiyordu.
Daha sonra papaz Arap olan zata, Amir’in yeğenine, hazırladıklarından ona da vermek için yaklaştı.
- Ne bunlar? Diye sordu Arap.
- Bunlar, kilisemizde ayin sırasında verdiğimiz takdimlerdirler, dedi papaz.
- Yalan söylüyorsun. Sen çocuğu kesip kanını şu bardağa boşaltırken ben görmedim mi sanıyorsun? Sonra da onun bedenini parçalayıp tablaya koyduğunu yine benim görmediğimi mi sanıyorsun? Sonra da onu halka dağıttığını? Sen bir canisin. Katilsin.
Papaz bunları işitir işitmez, şaşırıp kaldı. Tanré korkusuyla, Arabın ayaklarına kapıldı ve ona dedi:
- Tanré’nın adı yücedir. Tanré’nın sana gösterdiği bu dinsel sır çok büyüktür. Tanré, kurtulacak olanlara seni de katmış. Senin gözlerinin gördüğü şey gerçektir. Ancak bizden hiçbiri onu görmez. Çünkü, gerçekten de, ayin sırasında takdim ettiğimiz ekmek ve şarap İsa Mesih’in, Tanrı’nın kanı ve bedenidir. Fakat, dinsel sırrın bu görünüşünü görebildiğine göre, bu büyük bir mucizedir. Bu da, seni Tanré’nın sevdiğini gösterir. Seni ebedî Cehennem’den korumak ister.
Bu gördüklerinden aklı karışmış ve de iman dalgasıyla dolmuş olan Arap, papazdan onu vaftiz etmesini istedi. Papaz da ona, Kudüs’e gidip, Patrik tarafından vaftiz edilmesini söyledi.
Arap, papazın bu tavsiyesine uydu ve Kudüs’e gizlice, kıldan yapılmış elbiseler giyerek gitti. Orada Patriğin huzuruna çıktı. Olup bitenleri anlattı ve patrikten onu vaftiz etmesini istedi. Patrik büyük bir istekle İsa Mesih mensuplarına onu kattı. Sonra da, Sina dağına çıkması ve orada keşiş olmasını söyledi. Böylece ruhunun kurtuluşunu sağlamış olacaktı.
Gerçekten de, Arap, hiçbir itiraz göstermeden, keşişlik hayatına başladı. Orada tam üç sene boyunca, oruç, dua ve din eğitimiyle geçirdi.
Üç sene sonra oradaki başkeşişten izin aldı ve Ramel şehrine indi. O şehirde ona Tanré, biraz evvel zikrettiğimiz olayı başına getirmişti.
Arap, orada dindar papazla karşılaştı ve ona, dinini hiç kimseden saklamamasını, hatta Suriye Amir’inden bile saklamaması tavsiyesinde bulundu.
- Tanré sadece kendisine inanémızı değil, onu ikrar etmemizi ve onu her yerde zikretmemizi ister, dedi.
O vakit, Arap keşiş, cesaret, iman dolu ve temiz bir Hıristiyan hâliyle, amcasının yaşadığı şehre gitti. Gece vakti de camiye çıktı. Oradaki minareden bağırmağa başladı:
- Geliniz, geliniz. Hepiniz buraya geliniz, size birşey söylemek istiyorum!
Halk karıştı. Herkes neyin olup bittiğini öğrenmek için o tarafa gitti.
İşte o vakit keşiş, Amir’in kayıp yeğeninin nerede olduğu hakkında bilgileri olduğunu söyledi.
Bazıları o zaman ona sabırsızlıkla sordular. Fakat o keşiş sırrını söylemiyordu. Kendisini Amir’in huzuruna götürmelerini istiyordu.
Amir bunu haber alır almaz, onu derhal önüne getirmelerini istedi. Onunla karşılaştığı vakit, kendisine sabırsızlıkla sordu:
- Keşiş, söyle bakalım, yeğenimin nerede olduğunu biliyor musun?
- Evet biliyorum. O kişi benim. Aradaki fark, şimdi ben Hıristiyanım. Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Kutsal Ruh’a inanıyorum. Artık Muhammet’in hatasına tâbi değilim.
Amir bunları işittiğinde çok kızdı, fakat bu hiddetini belli etmedi. Orada onu dinleyen halka da, kendisinin aptal olduğunu ve onu şehrin dışına çıkarıp onu kovmalarını istedi. Halk, bu keşişin Muhammet’e karşı konuştuğunu duyunca, intikam istedi. Sonra da Amir, bu isteğe karşı gelemedi. Korktuğu için de onu oradaki kalabalığa teslim etti. Kalabalık onu şehrin dışına çıkardı ve orada kendisini taşla insafsızca taşladı. İsa Mesih’in adını anarak o dindar keşiş can verdi. Cesedinin üzerinde oluşan taşların üstünde, her akşam garip bir ilâhi ışık görünüyordu.
Daha sonra, bedenini, o taşların arasından çıkarma izni Hıristiyanlara verildi. Cesedin zaman içerisinde hiç çürümediği, olduğu gibi kaldığı ve güzel bir koku serptiği farkéna varéldé. Hıristiyanlar, kutsal duygularla ilâhiler eşliğinde onu defnettiler.
Tanré’ın gücü ve Aziz Georgios’un aracılığıyla, Hıristiyanlığı başka yeni mucizeler de yücelttiler.
KİEV’DE OTOMATİK OLARAK İKONASI RESTORE EDİLİR
Bu mucize, 1923 yılı 15 Ağustostan sonra, Kiev’de meydana geldi. Bu şehirde, Agia Sofia kilisesi vardır. Bu kilisenin giriş kapısı üzerinde, Muzaffer Aziz Georgios’un ikonası konulmuştur. Bu ikona, ansızın yenilendi. Sanki o anda yapılmış gibi. Bu, aynı kilisenin Aziz Nikolaos ikonasında da oldu. Diğer başka kiliselerin ikonalarında da oldu.
AZİZ VE EJDERHA
Büyük Şehit Aziz Georgios’un ismi, ejderhanın öldürülmesi olayıyla yakından alâkalıdır.
Bu ejderha hakkında çok şey söylenmektedir. Bazılarına göre, Anadolu taraflarında var olan bir canavardır. Onun ini de, büyük bir şehrin tek su çeşmesine yakın olduğu ve insanların oradan su almasını engelleyen biri.
Azizlerin yaşam öyküleri yazarı, bu canavar Antalya bölgesinin Alanya şehrinde olduğunu söylüyor. Orada, Selvios adında putperest bir kral vardı ki, İsa Mesih ismini bile duymak istemiyordu. Birçok Hıristiyan’a işkence yapmış ve öldürmüştü.
Bu şehirde ve yakın olan bir gölde, bu garip ve korkunç canavarın ini vardı. O korkunç canavar, bu gün diyebiliriz ki sanki bir boa yılanı, çıngıraklı yılan veya bir timsaha benziyordu. O ejderha, gece gündüz şehri yakıp yıkıyordu. İninden çıkıyor ve her yere korku, dehşet ve ölüm saçıyordu. Çocuk, kız veya hayvan yakalayıp inine doğru yemesi için sürükleyip götürüyordu.
Şehrin erkekleri çok defa bu ejderhayı oklarıyla öldürmek istediler, fakat bir türlü başaramadélar. İşte o vakit, hepsi birlikte, başlarına gelen bu kötülükten kendilerini kurtarması için krala müracaat ettiler.
O mel’un ise, bir insanî çözüm bulacağı yerde, sırayla birer çocuk vermeleri tavsiyesinde bulundu. Böylece o ejderha yemek bulmuş olacak ve herkes tehlikede olmayacaktı. Bu suretle, her gün bir aile, çocuğunu ejderhanın ininin yanına göndermekle bir çocuk kaybediyordu. Bu kararın alındığı günden itibaren, bu şehre büyük bir üzüntü çöktü. Herkesin gözleri gözyaşlarıyla doluyordu. Acı büyük ve dayanılmazdı.
Fakat, kralın kızını da ejderhaya gönderme sırası gelmişti. Teselli bulamayan kral, baba şefkatiyle bağırarak, güzel süslü kızını, ejderhanın ininin yakın olduğu gölün yanına bırakmaları için, onu askerlerine teslim etti. Kral kızı korkusundan tir-tir titriyordu. Gölün kenarında, o ejderhanın ağzıyla karşılaşmayı her an bekliyordu.
Ancak, ansızın, beyaz at üzerine binmiş, yakışıklı genç bir subayın ona doğru geldiğini görür. O, binbaşı Georgios idi. Tanré’nın inayeti, onu İsa Mesih’in adını yüceltmek için buraya getirmişti.
Aziz Georgios, o genç kıza yaklaştığında, atından indi, ona doğru ilerledi ve kendisine sordu:
- Kız sen kimsin ve neye ağlıyorsun? Neden bütün bu halk surların üzerinden sana bakıyor? Ne oluyor?
- Kral kızı o zaman kendisine, ejderhayı beklediğini söyledi. O ejderha ki onu yemeğe gelecekti. Kurtulması için, çabucak da oradan kaçmasını söyledi.
Aziz onu sakinleştirdi ve yine sordu:
- Söyle bana, ebeveynin ve bu şehrin insanları hangi Tanrı’ya inanıyorlar?
- Heraklis’e ve Artemis’e inanıyorlar, dedi kral kızı.
- Kız sen ağlama ve hiç korkma. Bu günden sonra sen de İsa Mesih’e, benim inandığıma inan ve göreceksin ki Tanré’ın gücü meydana çıkacaktır.
- Bey efendi, buna inanıyorum, hem de bütün kalbim ve ruhumla, dedi genç kız.
- Cesaretini kaybetme öyleyse. Bugün İsa Mesih, bu ejderhanın gücünü yok edecektir.
Aziz Georgios, bunları söyledi, diz çöktü ve sıcak bir duada bulundu. Ejderhanın korkunç gücünü söndürmesi için Tanré’ya yalvardé. O gölün kenarında hakim olan suskunlukta, gökyüzünden gelen tatlı bir sesin şöyle dediği işitildi:
- Georgios, duan işitildi. İstediğini yapabilirsin.
Aynı anda da, o vahşi ve kana susamış olan ejderhanın dişlerini çıkararak,görüldü. Gözleri ateş saçıyordu. Kral kızı korktu ve ağlamağa başladı. İşte o vakit, Aziz Georgios, ejderha tarafına yürümeğe başladı ve istavroz çıkardı. Ejderha derhal uyuşuverdi. Sonra da kendi kendini yere vurulmağa başladı.
Sonra da, Aziz Georgios, kayışını çıkarıp kıza verdi ve o ejderhayı bağlamasını, onu şehre doğru sürüklemesini söyledi. O da atına binmiş bir hâlde, kızla beraber ilerliyordu.
Surun kapısı açılıp, kızın o dehşetli ejderhayı arkasında sürüklediğini gördüklerinde, şaşırıp kaldılar ve korkmuş bir durumda, sağa sola koşuşmaya başladılar.
Aziz Georgios ise yûksek sesle hiç kimsenin kaçmamasını söyledi.
Her taraf sessizliğe büründü. Aziz Georgios:
-Tanrı’mız olan İsa Mesih’imize inanıyor musunuz? Ki ben onun gücüyle ejderhayı öldürdüm, diye sordu.
Kral ve halkın bütünü tek bir ağızla:
- Senin bize bahsettiğin Tanré’ya biz de inanıyoruz, diye cevap verdi.
Genç subay Aziz Georgios mızrağını kaldırdıp hızla ejderhayé vurdu. O korkunç ejderha çığlık atmağa başladı. Kendini yere vurdu, sonra da ölmüş bir durumda toprağın üzerine uzandı.
Herkes Aziz Georgios’un ayaklarına kapanarak diz çöktü. Aziz Georgios onları insan yiyen o canavardan kurtarmıştı. Herkesin Hıristiyan olmaséné istedi.
Aziz Georgios ise, Antakya bölgesinden Piskopos Aleksandros’u çağırdı. Tûm şehri Hıristiyan olarak vaftiz etti. Kralından o çile çeken şehrin en fakir vatandaşına kadar.
Böylece, Aziz Georgios “Esirlerin kurtarıcısı, fakirlerin destekçisi, hasta olanların doktoru ve kralların savunucusu” olarak anélmaktadér.
Aziz Georgios’un, mızrağıyla vurduğu bu ejderhanın başka bir anlamı da olabilir, bu ejderha ne cenavar, ne de korkunç bir sürüngendi. O şey putperestlikti. Gerçekten de, Aziz Georgios putperestlikle savaştı ve imanının mızrağıyla onu uyuşturup öldürdü.
İkonaları yapanlar, Aziz Georgios’u beyaz atının üzerine binmiş ve mızrağıyla ejderhayı vuruyor biri olarak resmediyorlar. Kral kızını ise, daha ileride, kurtuluşunu bekleyen biri olarak resmediyorlar. Bazélarénda da Aziz Georgios’un arkasına ata binmiş biri olarak resmedilir.
ZOGRAFU MANASTIRI NEDEN BÖYLE İSİMLENDİRİLDİ?
Büyük Şehit Aziz Georgios’un mucize yaratan ikonaları, diğer yerlerden başka, bir de Aynaroz’da da var.Ikona oraya şöyle götürülmüştür:
İmparator VI. Bilge Leon zamanında, Ahrida’dan üç kardeş, Muisis, Aaron ve Vasilios, dünya işlerini terk edip Aynaroz’da münzevi bir hayat yaşamak için gittiler. Zografu Manastırı’nın olduğu yere yerleştiler.
Orada, üç kardeş, Tanré’nın yardımıyla bir kilise ve bir manastır inşa ettiler. Ancak, yaptıkları bu ibadethaneye isim vermekte bir türlü anlaşamıyorlardı. Ikisi Aziz Nikolaos’un adına olmasını istiyor, diğeri, Aziz Klimentas adına.
Beraberce Tanré’ya yalvarıp, Tanré tarafından kendilerine verilecek talimata göre hareket etmeye anlaştılar.
Bu arada, Tanré tarafından kendilerine gösterilecek azizin ikonasını resmetmek için bir tahta hazırlamışlardı.
Bir gece, temiz kalplerinden çıkan dualar gökyüzüne ulaştı ve garip bir ilâhi ışık, yeni yapılmış olan manastırın üzerine yayıldı. Üç kardeş, dualarına bütün gece devam ettiler. Sabahleyin manastıra gittiklerinde, orada, Aziz Georgios’un ikonasının kendi kendine resmedilmiş olduğunu buldular. Üç keşiş Tanré’ya hamdettiler. Sonra da, kiliseyi “Agios Georgios” yani “Aziz Georgios” adadélar. Manastırın adını ise “Monastiri Tu Zografu” yani “Ressamın Manastırı” olarak adlandırdılar. Çünkü, Aziz Georgios’un ikonası bir mucize sonucu resmedilmişti.
Ancak bu mucize burada durmuyor. Aziz Georgios’un ikonasının resmedilmesi şu olayla başlıyor.
Aynaroz’da, Aziz Georgios’un bu ikonası kendi kendine resmedilmezden evvel, Suriye’nin Fanuil Manastırı’nda, Lidda’ya yakın bir yerde, yani Aziz Georgios’un vatanında vardı.
Günlerin birinde, Araplar Suriye’yi işgal etmelerinden evvel ve keşişler de manastırın içinde Tanré’yı anar oldukları bir anda, Aziz Georgios’un ikonasındaki renklerin uçtuğunu ve simasının da yok olduğunu gördüler. Kısa bir zaman sonra ikonanın yerinde sadece o tahta kalmıştı.
O vakit keşişler ağlayarak yere kapéldélar. Bu mucize için ne düşüneceklerini bilemeyip Tanré’ya yalvarıyorlardı. İşte o vakit Aziz Georgios, manastırın başkeşişine göründü. Başkeşişin adı Efstratios idi ve ona dedi:
- Üzülme ve merak etme. Ben, benim için Aynaroz’da bir manastır buldum. Siz de oraya gidiniz. Çünkü buralarda kısa süre sonra Tanré’nın öfkesi düşecektir.
Başkeşiş bunların hepsini diğer keşişlere anlattı ve sonra da onlarla beraber Aynaroz’a gitmek için yola koyuldu. Aynaroz’a vardıkları zaman, Fanuil Manastırı’ndaki ikonadan kaybolan Aziz, oradaki Zografu Manstırı’nda duruyordu. Taze tahtanın üzerinde, mucizevi bir şekilde, tıpkısı resmedilmişti. O vakit keşişler Tanré’ya hamdettiler ve olup bitenleri anlattılar. Fanuil Manastırı keşişleri ve Aynaroz keşişleri düşüncelerini ve harika gördüklerini birbirlerine anlattılar.
Bu mucize çok meşhur oldu. Bu ikona da mucizeler yaratan bir ikona hâlini aldı. Böylece, birçok kişi Zografu Manastırı’na koşuyordu. Bizans İmparatoru VI. Bilge Leon (Leon o sofos), saygı ve inançla oraya gitti. Keza, Bulgar Kralı İoannis de o manastırı ziyaret etmiştir. Dindar Hıristiyanların, kralların ve diğer zengin insanların paralarıyla, daha sonra oraya yakın görkemli bir kilise ile güzel bir manastır yapıldı. Daha sonraları, barbar korsanlar tarafından yerle bir edildi. Fakat, Moldavya hükümdarı Stefanos tarafından yeniden inşa edildi.
Manastér geleneğine göre bir gün, az imanlı bir piskoposun parmağı ona yapışmıştır. Piskopos, parmağıyla ikonaya dokunup, alaycı bir tavırla şöyle demiş:
- Demek, mucizeler yaratan ikona bu ha.
O vakit piskoposun parmağı oraya yapıştı. Acılarından kurtulmak için parmağını kestirdi.
AZİZ GEORGİOS’UN MUCİZELER YARATAN DİĞER BİR İKONASI
Aynaroz’daki İera Moni Ksenofontos’ta, Aziz Georgios’un mucizeler yaratan başka bir ikonası da vardır.
Bu ikona, ikonalara karşı savaş dönemlerinde Küçük Asya (Türkiye) topraklarında bulunuyordu. Oralarda, ikonalara karşı olan savaş daha çetindi.
İkonalara karşı savaşanlar, ikona bulmak için, kral emriyle her yeri arıyor, ikonaları bulur bulmaz, ya paramparça eder ya yakıyorlardı. Aziz Georgios’un ikonasını da ateşe attıldé ancak büyük bir mucize oldu. O mübarek ikonaya, ateş hiçbir zarar vermedi.
Saygısız ikona savaşçıları, bu mucize karşısında şaşırıp kaldılar. Fakat, onlardan imansızın biri, Aziz Georgios’un boğazına kılıcıyla bir darbe vurdu. Ancak, “Azizlerindeki Tanré harika”. Hemen, sanki canlı insandan akar gibi boğazından temiz kan aktı.
Bu mucizeden sonra, tüm imansız ikona savaşçıları korkarak kaçtılar. Ama, dindar bir Hıristiyan, Aziz Georgios’un ikonasını aldı ve o akşam deniz kenarına gitti. Orada dua etti ve dedi:
- Muzaffer Aziz Georgios, sen bu kadar mucizeler yaptın. Bugün, ikonanın yanmasını sen engelledin, onu sen kurtardın. Sen onu denizde de koru. Ve, senin bildiğin ve istediğin yere o ikonayı götür.
Bunları söyleyip ikonayı denize attı. Bu ikona, Tanré’nın inayetiyle Aynaroz’a ulaştı. Nitekim başka ikonalar da (Portaitissa ve Glikofilusa).
O mübarek ikona, doğrudan doğruya Ksenofontos Manastırı’na gitti. Küçük bir manastıra, Agiu Dimitriu Tu Mirovlitu’ya gitti.
Keşişler, hiç beklenmedik bir anda ikonanın geldiğini gördüler ve çok sevindiler. Saygıyla o ikonayı küçük kilisenin içine yerleştirdiler. Sonra da Aziz Georgios adına bir kilise inşa ettiler. Saygıyla iki azizi de kutluyorlardı. Hem Aziz Dimitrios’u hem de Aziz Georgios’u. Her defasında, ayinlerde, iki azize de rahmet okunmaktadır. Bu ikona, bugün için, Aziz Georgios adına var olan büyük kilisede bulunuyor. Aziz Georgios tüm bedeniyle görünmekte. Boğazında da donmuş kanın izleri görünmektedir. Bu da, Aziz Georgios’un mucizelerinden daha bir tanesidir.
HALKLAR ONA SAYGI GÖSTERİYORLAR
Aziz Georgios’un naaşı Filistin’in Lidda şehrinde korunuyordu. Orada Aziz Georgios adına bir kilise inşa edildi fakat 1010 yılında yıkıldı. Aynı kilise, Sultan Salahaddin tarafından da 1191 yılında yıktırıldı.
Dördüncü asırdan itibaren, Aziz Georgios adına yapılmış kiliselere dünyanın çok yerinde rastlamaktayız. Aziz Georgios adına Suriye’de kilise ve manastırlar inşa edildiler. Mısır’da, Aziz Georgios adına yapılmış kilise ve manastırların adedi kırk taneydi. En büyük kilise eski Kahire’de mevcuttur. O kilisede, Aziz Georgios’u bağlamış oldukları zincirden bir parça bulunmaktadır. Bir kavle göre, Herodes’in elinden kaçan İsa Mesih’in mübarek ailesi de burada bu yerde kalmıştır.
İstanbul’da, Aziz Georgios adına yapılmış kiliselere, Büyük Konstantin döneminden beri rastlıyoruz.
Bu arada, dünyanın bütün halklarının gözünde Aziz Georgios farklı bir yer tutmaktadır. Almanlar, Slavlar, Macarlar, Polonyalılar, Habeşistanlılar... bunların tümü Aziz Georgios’un adını saygıyla anmaktadırlar.
MARATHONA’DA, AZİZ GEORGİOS’UN MANASTÉRÉ
Marathona höyüğüne yakın bir yerde, Vrana’da Aziz Georgios Manastırı bulunuyordu.
Bu manastırda birçok keşiş yaşadı. Penteli Manastéréna bağlıydı.
1960 yılında, oraya, münzevi olmak niyetiyle iki rahibe gitti. Orada sadece o mucizeler yaratan Aziz Georgios’un ikonaséné buldular. Bütün hücreler harabe hâlindeydiler. Eski manastırdan ayakta duran hiçbir şey kalmamıştı. Başlarını sokacak bir yer bulamadılar ve sonra da geçici bir çadır altında kalmak zorunda kaldılar. Fakat, birkaç hücreleri inşa etmek için, samimi bir dille Aziz Georgios’un yardımını istediler.
Günlerden bir gün, gezinti için bir karı koca oraya vardı. Kadın dua ve ibadet için Aziz Georgios manastırının içine saygıyla girdi. Erkek dinden uzak yaşadığı için, dışarıda oturmayı tercih etti. Bayan, manastırdan dışarı çıkmayı geciktirdiği için, bay kızdı ve yüksek sesle bağırmağa başladı.
O vakit, cevap yerine, Aziz Georgios manastırından garip tıkırtıların geldiğini işitti. Ne olduğunu görmek için kiliseye girer.Tıkırtılar devam ediyordu. Tespitlerine göre de, o tıkırtılar, Aziz Georgios ikonasının içinden çıkıyorlardı. O ikonanın yanında bulunan karısı ise haç çıkarıyordu.
Aziz Georgios’un inayetine hayran kaldığı için o da istavroz çıkarmaya başladı.
Bu mucize onu sarstı. O günden sonra da dinî bir hayat edinmiş oldu. Üstüne de, oraya malzeme ve para verdi ve hücreler inşa ettirdi.
ARAP AZİZ GEORGİOS
Halkidiki taraflarına gidenler, Aziz Georgios’un garip bir adını işitirler. Oradaki ziyaretçiler ve başka yolcuların konuşmalarında, Arap Aziz Georgios adını duyarlar.
Bu adı nasıl aldı?
Aziz Georgios’un bu adı almasının sebebi, Halkidiki’nin Nea İraklia kasabasında bulunan bir ikonasındandır.
Bu ikonada Aziz Georgios bir taş üzerine kabartılmış olarak resmedilmiştir ve Hıristiyan âleminde alıştığımız gibi değil de, bir zenci gibi siyah gösterilmektedir. Bir Arap gibi siyah gösteriliyor.
Bu nasıl olmuştur? Bunun açıklaması güç değildir. Bu ikonayı resmeden azizler ressamı siyahtı, Arap’tı, Habeşistan taraflarındandı. Böylece Aziz Georgios’a ırkının rengini vermiştir.
Yunan tüccarlar bu ikonayı satın aldılar ve Yunanistan’a getirdiler. Ve daha doğrusu da, Halkidiki’nin Nea İraklia kasabasına.
Aziz Georgios, siyah azizler ressamın ateşli imanı için, o ikonayı mucizeler yaratan bir ikona hâline getirdi. Bu ikonaya bilhassa denizciler saygı ve sevgi gösteriyor. Bunu da dualarla, ibadetlerle, dinî ziyaretlerle ve adaklarla gösteriyorlar.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BÜYÜK ŞEHİT AZİZ GEORGİOS
FEDAKÂRLIK TİMSALİ
HIRİSTİYANLIĞIN “ŞANLI ASLANI”
Büyük Şehit Aziz Georgios, Hıristiyanlığın en büyük ve kahraman simalarından bir tanesidir. Aziz Georgios, İsa Mesih’in en yiğit askeridir. Onun işkencesi ve fedakârlığı hakkında çok net olarak şahane ve ateşli imanından bahsederler.
Bu Aziz büyük savaş veriyor ve savaşı kazanıyor. Çektiği azabın kanı, binlerce Hıristiyan’a, dinlerinde onlara güç ve kuvvet katmaktadır. Onun rütbesi, kovuşturma hâlinde olan Hıristiyanlığa ışık ve parlaklık vermektedir.
Büyük Şehit Aziz Georgios bir sembol olmaktadır. O, bir mücadele, iman ve fedakârlık sembolü oluyor. Binlerce Hıristiyan için bir örnek teşkil etmektedir. Feragat yolundaki Hıristiyanlara ışık oluyor. Onun kurban edilişi, konuşuyor, yol gösteriyor, teşvik ediyor ve diyor:
- Rütbeler, gençlik, sosyetik parlaklık, makam, sahte parlaklık, eğlenceler, intibalar... Bunların tümü geçicidir. Tümünün içinde yalan vardır. Hepsi aldatıcı, yıpranan. Bunlar mutluluk şimşekleridirler. Öyle ki hiç anlamadan bitiveriyorlar.
Hiç solmayan ebedî şanlı taç ise, sadece İsa Mesih için yapacağımız fedakârlıktır. Orada hiç yıpranmayan yücelik bulunmaktadır. Orada ebedî bahar bulunmaktadır.
* * *
Böylece, Büyük Şehit Aziz Georgios’un ikonası insanı, duygulandıran bir timsaldir. Onun siması, azizliğiyle, faziletiyle, temizliğiyle, ve yiğitliğiyle sarsıyor. Onun fedakârlığı, tüm zamanların Hıristiyanlarının ruhlarında ürpertiler saçmaktadır.
Gençti, güzeldi, şanlıydı, her şeyde başarılıydı. Orduda onu şanlı yükseliş safhası bekliyordu. Çok genç yaşta binbaşı rütbesine ulaştı. Damarlarındaki kan güç ve canlılıkla akıyor. Sağlığı, eğitilmiş olan bedeni ve armonik vücut yapısı son derece iyi idi.
Ancak, bunların tümü onu egoizme doğru sevk etmezler. Doğru yoldan onu hiçbir şey saptıramaz. Gücünü de boş ve sahte emellere harcamaz. Bu gücünü, gerçek imanın mücadelesinde, İsa Mesih için olan çalışmasında toplamaktadır.
Şanlı galip ve muzaffer Aziz Georgios’un ikonası, hemen kurban edilişinden sonra, ilk Hıristiyanların mabetlerini süslemektedir.
* * *
Çok erken bir zamanda, onun adına kiliseler ve manastırlar yapılmaktadırlar. İstanbul’da, onun adına yapılmış altı kilise mevcuttu.
Aynaroz’da onun adını taşıyan üç manastır vardır. Ksenofon Manastırı,Zografos Manastırı ve Pavlus Manastırı.
On sekizinci asırda bir İngiliz turist şöyle yazıyor:
“Aziz Georgios adına yapılmış kilisesi olmayan köy yoktur”.
800 yılında Oksford yerel sinodunun aldığı kararla, Aziz Georgios, İngiltere’nin koruyucu azizi ilân edilmiştir. Aynı usulle de daha sonraları, Cenevre koruyucu azizi de ilân edildi. Rusya da Aziz Georgios koruyucu aziz olarak tanındı. Tûrkler de Aziz Georgios’a bûyûk saygé gösterirler.
On ikinci asırdan önce yapılan ikonalar, Aziz Georgios’u, yaya, asker üniformasıyla bir genç olarak belirtmektedirler. Daha sonraları, on üçüncü asırdan sonra, Aziz Georgios at üzerine binmiş ejderha katili olarak görûnûr.
Aziz Georgios’un ejderhayı mızrağıyla öldürme anı ile sadece azizler ressamları değil, büyük ressamlar da uğraşmışlardır. Böyle bir Rafail tablosu, Floransa Müzesi’nde bulunmaktadır. Aziz Georgios, ejderha öldürür bir durumda resmedilmesinde güzellik, yücelik, şiir ve iman kokusu bulunmaktadır.
* * *
Aziz Georgios’un bu ikonası gelenekle, halkın hayal gücü ve imanıyla bağdaşmaktadır. Görünüm ve olaylar meydana getirmektedir.
Böylece, Preveza’nın Agios Georgios köyündeki bir tepecikte bulunan delik, Aziz Georgios, bir ejderhayı mızrağıyla kovaladığı zaman, hızla geçişinden olduğunu söylerler.
* * *
Kilise ilâhi besteleme sanatı, kahraman Aziz Georgios’un adına güzel benzetmelerle yazélmıştır.
“Tanré indinde en iyisi”, “şanlı aslan”, “parlak yıldız”, “değerli elmas”, İsa Mesih askeri”, “binlerce kere galip gelmiş gladyatör”, “yeni Davut”, “gökyüzü ordusunun görüşmecisi” olarak addediliyor.
* * *