Efrem, (Süryanice Afrim) 306 yıllarına doğru Mezopotamya’da bulunan Nisibe’ de (günümüzde Midyat yakınlarındaki Nusaybin) doğdu. Babası Abnil tanrısının kahiniydi; daha genç bir delikanlıyken Hıristiyanlığa duyduğu sempati yüzünden evden kovuldu. Nisibe episkoposunun yanında bir yer buldu. Episkopos Yakup onun eğitimini üstlendi.
28 (18?) yaşında vaftiz olan Efrem bir süre Amida’ da (Diyarbakır) da ikamet etti. Daha sonra kendisine manastır yaşamını seçti. Büyük Aziz Vasil’ in yanına Kapadokya’daki Kayseri "ye gitti. Pers kralı II. Sapor Mezopotamya’daki Hıristiyanlara karşı çok şiddetli bir kıyım uyguluyordu. Efrem manastırdan çıkarak Hıristiyanlara maddi yardım yapmaya koştu. Galiba tam o sırada "diyakoz" lakabını aldı. Çünkü ancak o sırada görevini gerçekten yerine getirmiş oluyordu.
Nisibe 363 yılında Perslerin eline geçti. Efrem o sırada Edessa’ daydı (Urfa). Edessa Roma imparatorluğunun Osroen eyaletinin başkenti idi.
Efrem bir yandan vazediyor, bir yandan da kitap yazıyordu. Efrem Kutsal Kitabın yaklaşık tümünün yorumunu yapmıştı. Süryaniler şürden hoşlandıkları için Efrem vazetmek için şiirden yararlandı. Hıristiyanlık inancı ve İsa’nın giz dolu yaşamı üzerine sayısız ilahi yazdı. Ona "Kutsal Ruh’un Gitarası" dendi. Tüm yaşamını Kilise’nin uğruna yazı yazarak, dua ederek ve yoksulluk içinde geçirdi.
Papa XV. Benediktus onu Aziz Hieronimus’ a eşit kılacaktır. Efrem kendisini çevreleyen halka mısralarla vazederdi. Hıristiyanlığın gerçek anlamını dile getiren iyi bir eğitmendi. Haziran 373 yılında öldü. Nissa’ lı aziz Gregorius onu "Evrenin Doktoru" ilan etti. Süryani Kilise’sinde Ariyanizme karşı Hıristiyanlığı en iyi şekilde savunmuş biri olarak kabul edilir.
(Efrem,Diatessaron, 1, 18-19)
Tanrı‘nın Sözü bitmez tükenmez bir pınardır. Kim anlayabilir, Rabbim, senin tek bir sözünün zenginliğini?
Anladıklarımız anlamadığımızın yanında bir hiçtir, susamış insanın kaynaktan içtiği su gibi. Sözünün sayısız görüngeleri vardır, Onu inceleyenlere açılan ufuklar gibi. Rab sözünü sonsuz güzelliklerle donattı, onu inceleyenler sevdiklerini seçebilsin diye. Ve tüm hazineleri sözünün içine gizledi, içimizden her biri bunları düşündükçe bir zenginlik bulsun diye.
Tanrı’nın sözü bir hayat ağacıdır, ne taraftan bakarsan sana kutsal meyveler sunar, insanoğluna çölde tinsel bir içki sunmak için yanlan kaya gibidir. Havari şöyle der: "Tinsel bir besin yediler, ün-sel bir kaynağın suyunu içtiler."
Bu zenginliklerin birinden nasibini alan kişi, Tanrı sözünde ne bulduysa, sadece o vardır, sanmamalı. Aksine, bunca şeyin içinden ancak bir tanesini bulduğunu bilmelidir. Bu sözle zenginleştiği için sözün yoksul kaldığını sanmamalıdır. Onu tüketemeyeceğini anlayarak zenginliğine şükretmeli. Doyduğun için mutlu ol, ama boyunu aşana üzülme. Susayan kişi içmekten mutluluk duyar, ama kaynağı tüketemediğine üzülmez. Kaynak susuzluğunu gidersin, susuzluğun kaynağı tüketmesin. Kaynak tükenmeden susuzluğun giderilirse, her susadığında tekrar gelip içebilirsin. Ama susuzluğunu giderirken kaynağı tüketecek olursa, zaferin felaketine dönüşür.
Payına düşene şükret, onun dışında kalana üzülme. Alıp götürdüğün nasibindir, ama geri kalan da mirasındır. Güçsüzlüğün nedeniyle şimdi senin olamayan, sebat edersen ilerde senin olacaktır. Bir defada elde edilemeyecek şeyi hemen alıp götürmek gibi kötü bir düşünceye kapılma; yavaş yavaş elde edebileceğinden de umursamazlık yüzünden vazgeçme.
(Efrem,Diatessaron, 18, 15-17)
Uyanık durunuz.
İsa Mesih, şakirtlerinin gelişi ile ilgili sorularını önlemek için şöyle der: "Saate gelince, bunu kimse bilmez, ne melekler, ne de Oğul. Süreleri, tarihleri bilmek size düşmez. "Bunları bizden gizledi, çünkü uyanık kalmamızı, bunları belki de öz yaşamımız süresince meydana gelebileceğini düşünmemizi istiyordu. Gelişinin zamanı belli olsaydı, bu sıradan bir olay olurdu, kavimler, çağlar bu bekleyişin ateşi ile yanmazdı. Mesih geleceğini bildirdi, ama zamanını belirlemedi, böylece tüm kuşaklar, tüm çağlar onu hararetle beklemeye devam eder.
Rab gelişinin emarelerinin ne olacağını anlattı ise de, bunların ne zaman gerçekleşeceğini açıklıkla anlamak mümkün değil, çünkü bu işaretler sürekli bir değişim içersinde gelip geçti ve hala da süregelmektedir. Çünkü son gelişi ilk gelişme benzer.
Geçmişin Adilleri, Peygamberler onu özlüyorlardı, çünkü kendi yaşamaları süresince gelmesini bekliyorlardı. Bugün de aynen tüm inananlar, özellikle de ne zaman geleceğini açıklamadığı için, kendileri hayatta iken gelmesini beklerler. Ancak, çağların da, sayıların da hakimi olan O bir emre, bir saate tabi olmadığının bilinmesini istiyordu. Kendi saptadığının kendisinden saklı kalması mümkün olabilir miydi? Gelişin işaretlerini kendisi açıklamış değil miydi? Kavimlerin ve çağların ilk günden itibaren Mesih’in gelişinin kendi yaşamları süresince gerçekleşeceğini düşünmeleri için bu işaretleri açığa vurdu.
Uyanık kalın, çünkü beden uyuduğu zaman doğa bize hakim olur ve eylemlerimize irademiz değil, doğanın içgüdüsü yön verir. Ruhumuza, güçsüzlüğünün, kederin yükü çöktüğü zaman ise düşman ona egemen olur, onu istediğinin tersine yollara sevk eder. Güç doğaya, düşman ruha hükmeder.
Rabbimiz bu nedenle ruhun ve bedenin uyanık zorunluluğundan söz eder ki beden ağır uykuya, ruh da uyuşukluğa gömülmesin. Kutsal Kitap şöyle der: "Uyanık kalın, gerektiği gibi." Diğer bir yerde, de: "Gözümü açıyorum ve hala seninleyim". Ve nihayet:
"Cesaretinizi yitirmeyin." Bu nedenle bize verilen kutsal görevde yürekliğimizi kaybetmiyoruz.
(Efrem, Vaaz 3,2.4-5)
Tanrısal sevgi, kalplerimizden ölümün gücünü kaldırsın.
Seni bilmenin bağışladığı aydınlıkla zihnimizin karanlığını dağıt, Rabbim. Dağıt ki aydınlanan ruhumuz saflıkla yenilenmiş olarak sana hizmet etsin.
Güneş ufukta yükselmeye başlayınca faniler işlerine koşar. Sonu gelmeyecek bugün için ruhumuzun güzel bir konak olmasını sağla, Rabbim. Dirilişinle gelen yaşamı özümüzde görmemizi bağışla bize, ruhlarımızı senin güzelliklerinden hiçbir şey ayırmasın. Güneşin hareketine, seyrine tabi olmayan bu günün izini sen ruhumuza işle ki seni bezmeden, usanmadan arayalım.
Kutsal gizemlerinin etkisiyle seni her gün bedenimizde misafir ederek kucaklayalım. Umduğumuz dirilişi içimizde sınayabilmemizi bize bağışla. Vaftizimizin inayetiyle bu defineyi bedenimizde gizledik. Kutsal gizemlerinin sofrasında bu hazinemiz daha da zenginleşsin. İnayetinin mutluluğunu bağışla bize. Tinsel şöleninde anma kucak açıyoruz; gelecekteki yenilenmede bu anıya gerçekten payidar olmamızı sağla. Ölümsüz iradenin ölümlülüğünün bağrında bile yeşerttiği bu tinsel güzelliği keşfederken ne denli bir güzelliğe çağrılı olduğumuzu anlamamızı mümkün eyle.
Çarmıha gerilişinde fani yaşamın son buldu, Rabbim. Kutsal Ruh’un hayatını simgeleyebilmemiz için, zihnimizi çarmıh lamamızı nasip et bize.
içimizde tinsel insanı dirilişin. kendi ulviyetine paydaş etsin. Kutsal gizemlerde’ o ulviyetin yankısını bulalım.
Tanrısal tasarın Kutsal Ruh dünyasının simgesidir. Buna tinsel insanlığa yakışır şekilde uymamızı bağışla.:
Ruhumuzu tinsel belirtinden mahrum etme, Tanrım, sevginin ateşini uzuvlarımızdan uzak tutma. Bedenimizde saklı ölümlülük içimize kokuşmuşluk yayıyor, senin tinsel Sevgin kalbimizi ölümlülüğün etkilerinden temizlesin. Ülkemize varmak için acele etmemizi, ona malik olmak için, Musa’nın dağın tepesinden yaptığı gibi, can gözü ile bakmamızı sağla!
(Efreni, Efendimiz Üzerine Vaaz, 3-4.9)
Hayatın ölüme karşı zaferi
Ölüm Rabbimizi ezdi, ama ona karşılık Rabbimiz de ölümü ezen yolu açtı. Ölüme baş eğdi ve ona kendi isteği ile katlanmak suretiyle ölümü tüm direnişe karşın yendi. Çünkü Rabbimiz ölümün emrine uyarak çarmıhını taşıdı, ama çarmıha gerilmişken haykırdı ve ölüleri ölüme karşı gelerek cehennemden çıkardı.
Ölüm onu bedeninde öldürdü, ama O silahları kullanarak ölümü yendi. Tanrısallığı insanlığında gizlenerek onu yok eden ölüme yaklaştı ve onu öldürdü; ölüm doğal yaşamı öldürdü, doğa üstü yaşam ise ölümü öldürdü.
Bedeni olmasaydı, ölüm onu yok edemeyecekti, teni olmasaydı, cehennem onu yutamayacaktı, Mesih bu nedenle Bakire’ye kadar geldi, ölüler diyarına gitmesini sağlayacak aracı onda aradı. Ama ten olduktan sonra da ölüler diyarına girdi, hazinelerini kopardı ve dağıttı.
Rabbimiz tüm canlıların anası Havva’ya kadar geldi. Havva, çiti ölüm tarafından açılan bağdı ve Rab meyvesini tattı. Böylece tüm canlıların anası Havva tüm canlıların ölüm kaynağına dönüştü.
Ancak kök bir filiz verdi: yeni bağ Meryem eski bağ Havva’nın yerini aldı. Yeni Yaşam İsa da onda konakladı. Böylece davarını süren ölüm, alışageldiği gibi çekinmeden, ölümcül meyveleri ile geldiğinde, ölümü yok eden Hayat yeni bağda gizli olacaktı. Kendisi de, ölüme düştükten sonra, hiçbir şeyden korkmaksızın, hayatı ve hayatla birlikte insanlar topluluğunu kurtardı.
O, dülgerin şanlı oğlu, çarmıhının arabasına binerek, insanlığı cehennemin ağzından kurtardı ve hayat konutuna taşıdı. Ve de insanlık cennetteki ağaç yüzünden cehenneme düştüğü için Çarmıh ağacı ile hayata geçti. Cennet ağacına acı aşılanmıştı, bu ağaca ise tatlılık, hiçbir yaratığın karşı koyamayacağı önderi onda bulalım diye.
Çarmıhını bir köprü gibi ölümün üzerine atan sana şükürler olsun, insanların ölüm diyarından hayat diyarına geçmelerini sağladın!
Ölümü Adem’in bedenini üstlenen sana şükürler olsun. Onu tüm ölümlüler için hayat kaynağına dönüştürdün!
Evet, yaşıyorsun, çünkü seni katledenler yaşamına karşı ekici gibi davrandı: hayatını, buğday eker gibi, toprağın derinliklerine ektiler. Buğday da baş verecek ve onunla birlikte nice tohumlar.
Gelin, sevgimizi kocaman, tüm dünyayı kapsayan bir buhurdan yapalım, çarmıhını Tanrı için buhurdan yapana, kanı ile bizi nimetlere boğana, ilahilerimizi, dualarımızı sunalım.