(Gregorius [Nazianz’lı], Vaazlardan, (14,23-25)
Önlerinden milletleri de kovdu. Onların çadırlarında İsrail sıptlarını oturttu.
Varlığının, soluk almanın, zekanın, bilgeliğin ve en önemlisi olan Tanrı’yı bilmenin, Göklerin Krallığı umudunun, meleklerle paylaştığın şerefin, artık bir aynada yansır gibi bulanık, oysa zamanında daha doyurucu ve arı şanı görebilmenin kökenlerini tanı. Bundan başka, Tanrının oğlu, Mesih’in ortak varisi ve cüretkar bir imge kullanarak, Tanrı’nın kendisi olduğunu kabul et.
Bu tür ve bu denli ayrıcalıklar sana nereden ve kimden geliyor? Daha basit ve gösterişsiz armağanlardan söz etmek istiyorsak da gökyüzünün güzelliğini, güneşin seyrini, ışığın devrelerini, sayısız yıldızlan ve evrende harika bir şekilde yenilenen, yaratılan dünyaları bir sitar’ın sesi kadar hoş kılan ahenk ve düzeni görmeye sana kim izin vermiştir?
Yağmuru, tarlaların verimliliğini, gıdayı, sanatın mutluluğunu, konutunun yerini, yasaları, devleti, günlük yaşamı, dostluğu ve ailenden aldığın zevki sana kim veriyor?
Nasıl oluyor da bazı hayvanlar ehli olup sana boyun eğmekte, bazıları ise sana gıda olarak verilmektedir?
Dünyada olan her şeyin efendisi ve kralı olarak seni kim atadı?
Ve salt en önemli konular üzerinde durmak için yine soruyorum: Tümden sana ait olan ve her yaşayan yaratık üzerinde sana tam bir hakimiyet veren özellikleri kim armağan etti? Tanrı Pekiyi, bunların karşılığında senden neler istedi? Sevgi. Senden sürekli olarak, her şeyden önce ve her şeyden üstün, O’na ve başkalarına karşı sevgi istiyor.
Başkalarına karşı sevgiyi öncelikle istiyor. O’ndan aldığımız sözünü verdiği sayısız iyiliklerden sonra Tanrı’ya bu armağanı sunmaktan çekinecek miyiz? Bu denli yüzsüz olmak cesaretini mi göstereceğiz? Tanrı ve Rab olan O, Pederimiz diye çağrılmak istiyor ve bizler yoksa kardeşlerimizi inkar mı edeceğiz?
Dostlarım, bize armağan olarak verilenleri kötü şekilde yönetmemeye dikkat edelim. O zaman Petrus’un ihtarına layık olacağız:
Başkasına ait olanlara el koyan sizler utanın, tanrısal iyiliği örnek alın ki, böylece hiç kimse fukara olmasın.
Başkaları açlık çekmekte iken servetler edinmek ve onları korumak için gayret sarf etmeyelim ki, Peygamber Amos’un sert ve kıyıcı suçlamalarına, eskiden olduğu gibi hedef olmayalım: "Ve diyorsunuz: Ne vakit aybaşı geçecek ki zahire satalım ve Sebt geçtiğinde satılığa buğday çıkartalım? (bk. Amos 8.5).
Yağmuru dürüst olanlarla günahkar olanların üzerine yağdıran, güneşi herkes için yükselten, dünyanın tüm hayvanlarına açık tarlaları, çeşmeleri, nehirleri, ormanları sunan; kuşlara havayı, suda yaşayan hayvanlara suyu veren; herkese, sınırlama, koşul ve her tür yasak koymadan beslenme olanaklarını bolca temin eden ve hareket etme özgürlüğünü tanıyan Tanrı’nın ilk ve en büyük yasasına göre davranalım. O ayırt edici olmadı; kimseye karşı cimrilik etmedi. Armağanım, bilgili şekilde, her yaratığın gereksinimine göre orantıladı ve sevgisini herkese gösterdi.
(Gregorius [Nazianz’lı], Vaazlardan, 14, 38.40)
Ne mutlu merhametli olanlara, onlar merhamet bulacaklar.
"Ne mutlu merhametli olanlara! Onlar merhamet bulacaklar" (Mt. 5. 7) diye doğrular Kutsal Kitap. Mutlulukta merhametin yeri en sonda değildir. Ve yine der ki: "Ne mutlu o adam ki, düşkünlere bakar" (Mezm. 40, 2; 41. 1) ve aynı şekilde: "Acıyan ve ödünç veren adam iyidir" (Mezm. 111,5) der. Başka bir yerinde ise bunlar okunur "Bütün gün acır ve ödünç verir" (Mezm. 36, 26). Takdisi kazanalım, anlayışlı bulunmak için gerekeni yapalım, iyilik sever olmaya çalışalım. Gece vakti bile merhamet görevini durdurmasın. "Geri dönüp sana yarın yardım ederim" deme. Niyetim ile hayırseverliğin arasında hiçbir ara olmasın. Nitekim iyilikseverlik duraksama kaldırmaz. Ekmeğini aç olanla paylaş ve fakirleri, evsiz barksız olanları evine konuk et (bak. İşaya 58,7) ve bunu mutlu, ilgi ile dolu bir gönülle yap. "Merhamet eden güler yüz ile etsin" (Rom. 12,8) der Havan ve yaptığın iyiliğin inayeti şefkatin ve çabukluğun sayesinde iki kat artacaktır. Nitekim üzülerek ve zorlanarak verilen şey ne beğenilir, ne de hoş karşılanır.
Yardımseverlik yaptığımızda mutlu olmalıyız, gözyaşı dökmemeliyiz: Bayağılığı ve tercihleri, yani cimriliği, ayrıcalığı, tereddütleri ve eleştirileri kendinden uzaklaştırırsan, ödülün büyük olacaktır. O zaman ışığı ve sağlığı arzu etmeyen var mı? Bu yüzden, ey Mesih’in hizmetkarları, kardeşleri ve ortak varisleri, sözlerimi dikkate değer görüyorsanız dinleyin beni: yapabilecek durumda olduğumuz sürece Mesih’i ziyaret edelim, Mesih’e ilgi gösterelim, Mesih’i besleyelim, Mesih’i giydirelim, Mesih’i konuk edelim, Mesih’e saygı gösterelim. Salt bazılarının yaptığı gibi, soframızla değil; salt Mecdelli Meryem gibi kokularla değil; ne de Arimatyalı Yusuf gibi salt mezarla; ne de Mesih’i kısmen seven Nikodemus gibi gömmek için yarayan şeylerle ve ne de sonunda, bu adları geçenlerden önce Müneccimler’in yaptıkları gibi altın, tütsü ve mürrisafi ile. Fakat Rabbimiz kurban değil, merhamet istediğinden ve merhamet binlerce semiz kuzudan daha değerli olduğundan, O’na bu merhameti fakirlerde ve bugün aşağılanlarda gösterelim. Böylece bu dünyadan ayrıldığımızda sonsuz tapınaklarda Mesih’le bir arada kabul olacağız. Amin.
(Gregorius [Nazianz’ lı], Vaazlardan, 43, 15-17.19.21)
2 Ocak, Aziz Basilius ve Nazianz’lı Gregorius Bayramı
İkimizin de tek uğraşı ve arzusu erdemdi. Gelecekteki umutlara yönelik yaşamak ve bu yaşamı terk etmeden önce bile bu dünyadan ayrıymışız gibi davranmaktı. Bizler için en büyük gerçek ve onur Hıristiyan diye adlandırılmaktı.
Atina’da idik, aynı vatandan yola çıkmıştık. Bir nehrin akışı gibi çeşitli bölgelerde ayrılmış sonradan yeniden birleşmiştik. Bir anlaşma yapmış gibi, oysa ki bu tanrısal bir plan idi.
O zamanlar, davranışlarının ciddiyeti ve sözlerinin olgunluğu ve bilgeliği yüzünden, yüce Basilius’a karşı saygı duymakla yetinmiyor, onu henüz tanımayan başkalarına da bu duyguyu paylaşmayı öneriyorum. Ne var ki bir çoğu ona büyük saygı duymaktaydılar. önceden tanıdıkları ve konuşmalarını işittikleri için.
Bunun sonucu ne oluyordu? Atina’ya öğrenim için gelenler arasında salt o, basit öğrencilerden onu ayıran bir takdir kazanmış olduğundan, sıradan düzeyin dışında sayılırdı. Dostluğumuz böyle başladı. Bu yüzden sıkı ilişkimiz bir dünü buldu. Böylece karşılıklı bir sevgi ile bağlandık.
Zamanın geçmesi ile niyetlerimizi birbirimize açıkladığımızda ve ikimizin de aradığı bilginin sevgisi olduğunu anladığımızda o zaman, birbirimiz için arkadaş, dost, kardeş olduk. Benzer bir değeri arzuluyorduk ve her gün artan bir heyecan ve içtenlikle ortak ilkemizi besliyorduk.
Bilgi edinmek kaygısı, ki kıskançlığı körüklemektedir, bizi yönetmekteydi; oysa aramızda hiç kıskançlık yoktu. Aksine yarışmayı yeğlerdik. Yarışımız buydu: kimin birinci olması değil de birinin diğerine birinci olabilme olanağını tanıması.
Sanki iki ayrı vücutta tek bir ruhumuz vardı. Her şeyin herkeste olduğunu söyleyenlere kesinlikle inanmamak gerekiyorsa da bize, hiç tereddüt etmeksizin, inanmak lazım. Çünkü gerçekten birimiz diğeri ile birlikte içinde idi.
İkimizin de tek uğraşı ve arzusu erdemdi. Gelecekteki umutlara yönelik yaşamak ve bu yaşamımızı terk etmeden önce bile bu dünyadan ayrıymışız gibi davranmak. Düşümüz bu idi. Bu yüzdendir ki yaşamımızı ve davranışımızı tanrısal buyruklara uygun şekilde yöneltip, karşılıklı olarak erdemin sevgisi ile hareketlendirdik. Birinin diğeri için, iyiyi kötüden ayırabilmek için, kural ve örnek olduğunu söylersem, kibirli olduğumuz sanılmasın.
Başkaları ünvanlarını ailelerinden alıyor ya da yaşamlarının uğraşı ve başarılarından elde ediyordu. Bizler için ise en büyük gerçek ve onur Hıristiyan diye adlandırılmaktı.
(Gregorius [Nazianz’lı], vaazlardan, 7.23-24)
Ruhlarımızı ve bizden önce Baba evine doğru yola çıkmış olanların ruhlarını Rabbimize salık vermeyi unutmayalım.
"İnsan nedir ki, sen onu anasın? (Mezm. 5,5). Varoluşumu hangi yüce ve yeni sır sarıyor? Neden aynı zamanda ufak ve büyük, alçakgönüllü ama yüce, ölümlü ve ölümsüz, dünyasal ve gökselim? İlk durum alt dünyadan geliyor, diğeri ise Allah’tan; o maddi çevreden, bu ise ruhtan.
Mesih ile birlikte gömülmem, Mesih ile dirilmem, Mesih’in ortak varisi, Allah’ın oğlu, hatta Allah gibi olmam gerekir.
Bu yeni ve yüce sırda gizlenen derin gerçek budur. Allah, insanlığımızı tümüyle edindi. Etin dirilmesi, ilkel imgenin kurtarılması ve Mesih’le birlikte tek bir şey olabilmemiz için fakirleşti. O bizle tümden bağlandı. O’nun olduğu her şey, tümüyle bizim oldu. Her bakımdan biz O’yuz. O’nun için bizi yaratan ve uğruna yaratıldığımız Allah’ın imgesini içimizde taşıyoruz. Bizleri nitelendiren görünüm ve iz Allah’a aittir. Bu yüzden salt O, bizi olduğumuz gibi bilebilir.
Dolayısı ile insanlar arasında kesinlikle varolan fiziksel ve toplumsal farklılıklar ve ayırımlar ikinci plana geçmekteler. Bunun için denilebilir ki ne erkek ne kadın, ne barbar ne de İskit, ne köle ne de azat edilmiş kalmıştır (bak. Kol. 3, 11).
Allah’ın rızasıyla gelecekte olabilmeyi umut ettiğimiz gibi, Allah’ın sevgisi bizi hazırladığı gibi olabilelim! O bizden az şeyler ister, fakat şimdi ve daima, O’nu sevenlere yüce armağanlar verir. O zaman, O’na karşı beslediğimiz umutlarla dopdolu mutluluk içinde her acıyı çeker, her şeye katlanırız. Daima ve her yerde sevinçte ve acıda O’na şükretme cesaretini kendimizde buluruz. Güçlüklerin kurtuluş aracı olduklarında emin olalım. Sonra da ruhlarımızı ve bizden önce baba evine doğru yola çıkanların ruhlarım Rabimize salık vermeğe unutmayalım.
Ey Rab, sensin her şeyi yaratan, varlığımı şekillendirdin. Tüm insanların Allah’ı, Babası ve rehberi sensin. Yaşamın ve ölümün hükümdarısın. Ruhlarımızın koruyucusu ve kurtuluşu sensin. Sensin her şeyi yapmış olan. Her şeyin ilerleyişini yöneten, en uygun vadeleri seçen, sonsuz bilgi ve inayetine itaat eden sensin, daima sözünün vasıtası ile.
Bizleri terk eden abimi kollarına al, ey Rab. Zamanı geldiğinde, tarafından tayin edilen hedefe kadar bizlere bu dünyasal yolculukta rehberlik yaptıktan sonra bizi da kabul et. öyle yap ki, iyi hazırlanmış ve buzun içinde karşına çıkabilelim, korkuya kapılmaksızın sana karşı duyduğu yakışmayan niyetler beslemeksizin, en aziz son, ayrılacağımız günde. Öyle yap ki. kendimizi dünyadan ve yaşamdan zorla alınmış, köklerimizden sökülmüş hissetmeyelim kendimizi; bu yüzden isteksizce yola koyulmayalım. Aksine öyle yap ki, huzurlu ve istekli gelelim. Sana almayan mutlu doğru yola çıkan biri gibi. O yaşam ki Rabbimiz Mesih İsa’dır. Yüzyıllardan yüzyıllara şükürler olsun O’na. Amin.
(Gregorius [Nazianz’lı], Dua, 45, 9.22.26.28)
Tanrı, insanlığa sahip çıkmakla aralarında ayrı olan iki gerçeği, yani insan doğasını ve tanrısal doğayı birleştirerek insanlığı tamamladı. Biri tanrısallığı verdi, diğeri de aldı.
Tanrı’nın kendi Sözü, ki zamandan öncedir, görünmez, anlaşılmazdır. O ki maddenin dışındadır. Başlangıçtan doğan başlangıçtır, Işıktan doğan lşık’tır. yaşamın ve ölümsüzlüğün kaynağı, tanrısal özün ifadesi, değişiklik tanımayan mühür. Tanrı’nın değişmeyen gerçek imgesi. O ki Peder’in terimi ve Sözü’dür, kendi imgesine yardımcı olur ve insana karşı duyduğu zevki yüzünden insan olur. Vücuda kurtarmak için bir vücut alıyor ve ruhumun sevgisi için insan aklını taşıyan bir ruhla birleşmeyi kabul ediyor. Böylece benzer şeklini aldığı insanı arındırır. Bu yüzdendir ki, günah hariç her şekliyle bizim gibi insan olmuştur. Kutsal Ruh’un, Oğlunun onuru ve bakireliğin şanı için, ruhunda ve vücudunda kutsadığı Meryem Ana tarafından dünyaya getirildi.
Bir anlamda Tanrı, insanlığa sahip çıkmakla, aralarında ayrı olan iki gerçeği, yani insan doğasını ve tanrısal doğayı birleştirerek insanlığı tamamladı. Biri tanrısallığı verdi, diğeri de aldı.
Başkalarına zenginliği veren fakirleşir. İnsan doğamı sadaka alarak ister ki ben onun tanrısal doğası ile zenginleşeyim, Tüm olan O yok oluncaya dek soyunur. Nitekim tümlüğüne katılabilmem için kısa sürede bile olsa şanından yoksun kalır.
Ey tanrısal iyiliğin hareketli zenginliği!
Oysa bu yüce gizin bizler için anlamı nedir? İşte: ben Tanrı’nın imgesini aldım, fakat el sürülmemiş halini koruyamadım. O zaman O, kendi imgesi gibi olan beni kurtarmak için ne ölümcül olan bana ölümsüzlüğü vermek için insan doğamı alır.
İnsan doğasının, Tanrı tarafından alınan insan doğası vasıtasıyla, kutsanmış olması muhakkak ki uygundu. Böylece gücü ile O şeytansal gücü yendi. Özgürlüğü bizlere yeniden verdi ve Oğlu’nun aracılığı ile baba ocağına yeniden götürdü. Tüm bu iyilikleri kazandıran Mesih oldu ve her şey Peder’in şanı için yapıldı.
Kuzuları için yaşamını veren iyi Çoban yitirilmiş kuzuya, bir zamanlar putlara kurbanlar kesildiği dağlarda ve tepelerde arar. Bulduğunda da, kaçan yükünü taşıyacak olan O, omuzlarına yükler ve ölümsüzlüğün yaşamına geri getirir.
Öncünün belirsiz ilk ışığından sonra, tüm ateş olan, Işığın kendisi gelir. Sesten sonra Söz gelir, Damadın arkadaşından sonra Damadın kendisi gelir.
Rab, ona seçilmiş bir halk hazırlayan ve su ile arındırarak insanları Kutsal Ruh’una taşkın duygularına yatkınla yandan sonra gelir.
Yaşamı alabilmemiz için Tanrı insan olarak öldü. Böylece, O’nunla öldüğümüz için O’nunla dirildik ne O’nunla dirildiğimiz için yüceltildik.
(Gregorius [Nazianz’lı],Vaazlardan, 45, 23-24)
Efkaristiya’ ya ayinsel katılan, Tanrı krallığının kesin Paskalya’sına katılım sözdür.
Paskalya’ya kasılacağız, şimdilik imgesel olarak (oysa ve hiç kuşkusuz tasarlanan gerçeğin daha karanlık olan eski yasadaki imgeden daha açık), fakat yakında Kelam Peder’in krallığında yeni Paskalya’yı bizle kutladığında daha saydam ne daha gerçek bir imgeden zevk alacağız. O zaman şimdilik salt bir yansıma olarak bize gösterdiği gerçekleri açıklayacak ve bize öğretecektir.
Nitekim görevimiz yeni Paskalya sofrasındaki içkiyi ve yemeği öğrenmektir. Buna bize öğretip, anlamını bildirmek Kelam’a düşüyor. Öğreti gerçekten bir gıda gibidir, ona sahip olan da onu dağıtandır. Eski imgelerin simgelediği yeni gerçeklere varabilmek için yasanın, kurumların ve eski Paskalya’nın ortamına yeni bir şekil ile girelim.
Yasaya salt maddi bir tarzla değil de İncil’in zihniyeti ile kısıtlı ve kusurlu değil de tam bir şekilde, geçici ve bazı zamanlar değil de devamlı bir biçimde katılalım. Seçtiğimiz başkent yeryüzündeki ordular tarafından ezilen Kudüs değil, meleklerin alkışladığı gökyüzündeki büyük kent olsun.
Boynuzlu, tırnaklı, akıldan yoksun oldukları için yaşamdan çok ölüme ait olan danaları ya da kuzuları kurban etmeyelim. Meleklerin korosu ile birlikte Tanrı’ya göksel sunakta bir övgü kurbanı sunalım. Tapınağın ilk perdesini aşalım, ikincisine yaklaşalım ve "Kutsalların en Kutsalına" girelim. Daha da ötesi, her gün Tanrı’ya kendimizi ve tüm uğraşlarımızı sunalım. Sözlerin ilham ettiklerini yapalım. Acılarımızla acıları, yani Mesih’in azabını tekrarlayalım. Kanımızla Mesih’in kanına saygı gösterelim. Biz de mutluluk duyarak çarmıha çıkalım. Çivileri sert de olsa gerçekten tatlıdır.
Neşeli ve dünyasal dostlukları arzu etmektense, Mesih ile birlikte ve Mesih için çile çekmeye hazır olalım.
Kireneli Simon isen haçı al ve Mesih’i izle. Hırsız isen ve çarmıha çakılacak, yani cezalandırılacaksan, iyi hırsız gibi yap ve seni sınayan Tanrı’yı dürüstçe kabul et. Senin ve günahın için o haydut diye sayıldı, sense O’nun için doğru ol. Senin için çarmıha çakılana tap. Kendi günahın yüzünden çarmıha çakılacaksan, günahından yarar çıkarmaya bak. Ölümle kurtuluşunu satın al, İsa ile cennete gir. Böylece yoksun kaldığın değerleri anlamış olursun. O güzelliklere doya doya bak ve tanrısal plandan tümden habersiz olan şikayetçiye aldırış etme, bırak da söverek dışarda ölsün.
Aramatya’lı Yusuf isen, vücudu onu çarmıha çakandan iste, yani o vücuda sahip ol ve böylece dünyanın günahını sen çek.
Gece vakti Tanrı’ya tapan Nikodemus isen o vücudu göm ve töresel kokuları sür, yani tapınman ve sevginle sar onu.
Şayet Meryemler’den biri isen sabah vakti gözyaşlarını dök. İlkin tersine dönmüş taşı görmeye bak. Melekleri, en doğrusu İsa’nın kendisini karşıla.
Mesih’in Paskalya’sına katılmanın anlamı budur işte.