Ey benim gibi fakir olan kardeşlerim, biz hepimiz fakiriz. İlahi nimetlerin fakiriyiz. Fakirlik sevgisi konusundaki sözlerimi kabul etmenizi diliyorum. Kabul ediniz ama ihmal ederek değil iyi bir istekle kabul ediniz. Belki de böylece egemenliği kazanarak zengin olursunuz.
O halde size daha zengin sözler sunmamız için bizimle dua ediniz. Aç olanlara ruhsal ekmeğimizi dağıtarak kendi canımızı besleyelim. Ya Musa’nın yaptığı gibi göksel ekmeğin inmesini sağlayarak veya İsa Mesih’in yaptığı gibi az bir ekmekle binlerce insanı doyurması gibi. Çünkü o bizim değerli ekmeğimizdir ve gerçek hayatımızın da sebebidir.
Nasıl ki hiçbirimiz, güzel kokulu çiçeklerle dolu bir bahçede en güzel ve en iyi koku veren çiçeği belirleyemezsek, zira her çiçek koklama ve görme duyularımızı harekete geçirerek ilk önce onu koparma isteğini bizde uyandırırsa, aynı şekilde faziletler arasında ayırım yapmamız da kolay değildir. Kimisine öncelik veririz. Bana göre en yüce fazileti ayırt etmek için şöyle düşünürüm:
Şu üç fazilet en büyüğüdür, İman - Ümit – Sevgi. İman için şahit olarak Peygamber İbrahim’i söyleyebiliriz. Çünkü imanı nedeniyle doğruluk sahibi diye adlandırıldı. Bütün azizler ümitlerin Allah’a bağlayarak zorluklara katlandılar. Aziz Pavlus’u, İsrail halkı uğruna kendini inkar ederek cesaretle konuşmaya iten şey sevgi idi. Çünkü sevgi Allah’ın kendisidir.
Yabancıları misafir etmek iyi bir olaydır. Doğruluk sahipleri içinde buna tanık olarak göstereceğimiz kişi Hz. Lut’tur. Sadom’lu olmasına rağmen onlar gibi davranmadı. Zina eden Rahab, ki kendi isteğiyle zina işlemedi, oda yabancıları misafir ederek kurtuldu. Kardeşleri sevmek iyi bir şeydir. Buna da en büyük tanık İsa Mesih’tir. Kendini yalnız bizlerin kardeşi olarak adlandırmakla yetinmedi bizler için acılara katlandı. Sabır ve kötülükleri hatırlamamakta iyi bir fazilettir. Bununda tanığı Rabbin kendisidir. Daha sonra Aziz İstifanos onu örnek alarak Mesih’in öğrencisi olarak kendisine işkence edenler için dua etti. Sakin ve koruyucu olmakta iyi bir fazilettir. Bununda tanıkları Hz. Musa ve Hz. Davuttur. Kutsal kitapta ilk olarak bu ikisi bu faziletin sahipleri olarak isimlendirildiler. Onlardan sonrada muallimleri Mesih bu faziletin sahibi idi. Zira onu yakalayanlara karşı en küçük bir direniş göstermedi ve de en ufak bir söz bile söylemedi.
Bütün bu faziletlerden her biri bizi kurtuluşa ve mutluluk dolu evlere götüren birer yoldur. Ve hayatın çeşitli yolları olması gibi Allah’ın yakınında bulunan mekanlarda çeşitlidir. Herkesin hak ettiği çeşittedir.
Eğer Aziz Pavlus sevgiyi ilk ve en büyük vasiyet olarak kabul ediyorsa, ben sevginin en büyük kısmının fakirleri sevmek ve insan kardeşlerimize merhamet ve yardım etme duygularımızı göstermekten oluştuğunu kabul ederim. İnsanlara göstereceğimiz merhametten başka hiçbir şey Allah’ı bu kadar sevindirmez.
O halde bütün kafirlere ve herhangi bir sebeple zor durumda olanlara karşı merhametli olmamız gerekir. Bu da bize sevinenle sevinin ağlayanla ağlamayı emreden vasiyetin gereğidir. Aynı şekilde insanlara sevgimizin kanıtlarını da sunmak görevimizdir. Çünkü bizlerde onlar gibi insanız. İster sevgiye muhtaç dul ve yetimler olsun, ister vatanlarından uzaklara sürülmüş olsun, ister efendilerince kovulmuş ve zor durumlar yaşayanlar olsun, ister vergi toplayıcılarının acımasızlıklarına maruz kalmış olsun, ister malları ellerinden alınmış veya muhtelif tehlikelere maruz kalmış olsun… Bunların hepsi şefkati hak etmektedir.
Fakat neden ruhlarımız bedensel hastalıklardan daha kötü bir hastalığa kapılmıştır? Bedensel hastalıkların irademiz dışında meydana geldiğini bilirim. Ama ruhsal hastalıklar kendi irademizle oluşur. Bedensel hastalıklar yaşamın sona ermesiyle son bulsa da ruhsal hastalıklar ölümümüzden sonrada bize eşlik eder.
Önümüzde zaman varken neden kendimize yardım etmeyiz? Neden kardeşlerimizin dertlerinden sevinç duyarız? Başkasının elinde hiçbir şeyi yokken zengin olmayı temenni etmem, başkalarının yaralarının hafiflemesine yardımcı olmuyorsam refahın tadını almayı temenni etmem.
Her şeyimizi rabbe havale edelim ki, haçımızı taşıyarak onun ardından yücelikler dünyasına uçmaya kadir olalım. Alçakgönüllülüğümüzle yükselelim ve fakirliğimizle zenginleşelim.
Sana çoğu verene az da olsa ver. Ama sana her şeyi verene her şeyini ver. Ne kadar verirse ver, verdiklerinle Allah’ın sana verdiklerinden daha üstün olamazsın. Hatta canını versen bile. Şunu iyi bil ki verdiğin hiçbir şey sana ait değildir. Çünkü elinde olan her şey Allah’tandır. İnsan yürürken nasıl ki kendi gölgesinin önüne geçemez, bizler de ne kadar verirsek verelim bu konuda Allah’ın önüne geçemeyiz. Nasıl ve nerden varolduğunu düşün? Eğer bu büyük olayları düşünürsen yani Allah’ı bilir ve göksel egemenliğe iman edersin ve Allah’ın yüceliğine bakmakta meleklere eşit olursun. Ama şimdi sanki bir aynada ve hilede gibisin ama o zaman Allah’ın oğlu olursun Mesih’in mirasçısı olursun ve daha fazlasını cesaretle sana söyleyeceğim, sende tanrı olursun. Bütün bunlar nereden senin oldu? Öncelikle basit olayları anımsamak için – ki bunlar bize açıklıkla görünüz – sana soruyorum: Gökleri, güneşin ve ayın dönüşünü, yıldız gruplarını, mevsimlerin ve yılların değişimini, gece-gündüz dönüşümünü, rüzgarların esişini, kalkıp oturan denizleri, nehirlerin derinliklerini görme gücünü sana kim verdi? Sana yağmurları, gıdayı, meskenleri ve yasaları kim verdi? Yeryüzündeki her şeyin efendisi olmayı kim sana verdi? Her şey için ve her şeyden önce varolan o varlık değil mi? Senden merhametli olmanı istiyor.
Allah bizi hayvanlardan üstün kıldı ve yeryüzünde bize aklı vererek ödüllendirdi. Peki bu dereceye kadar vahşileşmemiz ve ruhlarımızı bozmamız makul mu?
Allah, efendimiz ve ilahımız olduğu halde kendini bizim babamız olarak adlandırmaktan utanmıyor. Ama biz üstelik kendi cinsimizde olduğu halde diğerlerini reddediyoruz.
İlk ve en önemli olan Allah’ın yasalarına uymaktır. O ki doğrular ve kötüler üzerine yağmurlarını gönderir ve güneşi de herkesin üzerine parlar. Yeryüzünü bütün hayvanları sığacak şekilde yaptı. Su kaynakları nehirleri ve ormanları yarattı. Havayı kuşlar için, suyu da sudaki canlılar için yarattı. Hayatın devamı için gerekli her şeyi bol bir şekilde herkese verdi. Ama insanlar o zamandan beri yeryüzünü kazıyıp altın ve gümüşü çıkarmaya ve diğer değerli taşları bulmaya, elbiseler yapmaya ve savaşlara sebebiyet veren benzeri şeyleri yapmaya başladılar ve cahillikleri nedeniyle akıl almaz bir kibirliğe kapıldılar. Mesela muhtaç durumda olan insan kardeşlerine sadaka vermekten kendilerine mani oldular. Hatta kendilerinde fazla olan ve onlara lazım olmayan şeylerden bile muhtaç olanlara yardım etmediler. Nasıl bir cahilliktir bu nasıl bir acımasızlık? Onlar, fakirlik ve zenginliğin özgürlük (onların deyimiyle) ve köleliğin kötülükle birlikte ve ondan doğarak insanlar arasında meydana geldiğini idrak etmiyorlar.
Durumlar başlangıçta böyle değildi. (Kitabın söylediği gibi) İnsanı yaratan Allah onu cennetin ortasında vasiyeti korumakla korunmuş bir şekilde hür ve zengin olarak yarattı. O zaman özgürlük ve zenginliğin manası vasiyeti korumakla özetlenirdi. Ama gerçek fakirlik ve kulluk mefhumu vasiyete itaatsizlikten oldu.
Günahtan sonra anlaşmazlıklar ve hıyanetler ortaya çıktı. Ve şeytan da ipleriyle insanları lezzet sevgisiyle avlamaya başladı. Güçlüleri fakirlere karşı kışkırtıyordu. Ve tamahkarlığın beşeri tabiatın asaletini kirlettiği gibi şeytanda beşeriyet cinsinin birliğini parçaladı. Ama sen şimdiki durumlara bakma, ilk duruma bak, sonradan hakim olan yasalara bakma aksine yaratıcının yasasına bak. Gücün yettiği kadar doğa’ya yardımcı ol, başlangıçtan beri bize verilen özgürlüğe değer ver, zayıflara yardım et, ihtiyacı olana teselli ver. Sen ey zengin ve sıhhatli olan, hastaya ve fakire yardım et. Sen ey günaha düşmeyen günaha düşüp tövbe edene yardım et. Sen ey sevinen yaslı olanı teselli et.
Şükür hediyesi olarak Allah’a bir şey takdim et. Yalnız varlıklarınla değil ama imanınla da zengin ol. Yalnızca altın isteme fazilet peşinden de koş. Yakının için daha çok iyilik yaparak daha çok güvenli ol. Allah sevgisine benzeyişinle bedbahtlara ilah ol. Senden isteyene hatta istemeden önce ver. Başkalarına yardımcı ol. Yiyecek ver, giyim ver, ilaç ver. Zorluklarda ilgi göster.
Bunların zor olduğunu sanma. İmandan cesaret al. Hüzünlerin korkuna galip gelsin.
Ey Mesih’in kulları ve mirasçı kardeşleri eğer sözlerime güveniyorsanız ve şimdi vaktimiz varken Mesih’i arayalım. O’na özen gösterelim, yedirelim misafir edip saygı sunalım ama yalnızca sofralarla veya kokularla Mecdeli Meryem’in yaptığı gibi değil. Veya Arimatealı Yusuf’un yaptığı gibi yani bir mezarla değil veya yıldız bilimciler gibi buhur, mür ve altın sunarak değil, fakat ve zira kainatın Rabbi merhamet ister, dışarıdan kurban sunumu istemez. Çünkü merhamet binlerce semiz kuzulardan daha değerlidir. O halde merhameti Mesih’e, merhamete muhtaç olanlar vasıtasıyla sunalım. O zaman onlar bizleri bu dünyadan göçtüğümüzde efendimiz Mesih’in ebedi ülkesinde karşılayacaklardır. Yücelik sonsuza kadar Mesih’e yaraşır. Amin.