Dünyanın 8. harikası Ayasofya
Ayasofya’ya adını vermiş olan “Sofya” kelimesi kimsenin adı olmayıp, eski Yunanca’da “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “Aya Sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır.
Dünyanın 8. harikası olarak gösterilen muhteşem bir yapıttır. İstanbul’da yapılmış en büyük Bizans Kilisesi olup, aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. 15 yüzyıl boyunca ayakta duran bu yapı, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının başyapıtları arasında yer alır. Büyük kubbesiyle, Bizans mimarisinin bir simgesi olmuştur.
Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yüzyılın ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu, Konstantinus zamanında yapılmıştır. 404 yılında bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine; daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. Kilise, 415 yılında törenle açılmıştır.
532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştur. “Nika” isyanı olarak bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştır. İsyanı güçlükle bastıran İmparator Justinyen, eşi benzeri görülmemiş bir ibadet merkezi yaptırmaya karar verir. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan Hıristiyanlık âleminin bu en görkemli kilisesi, beş yılda tamamlanarak 537’de törenlerle açılmıştır.
Hiçbir masraftan kaçınılmayan bu kilisenin yapımında; Rahiplerin koruyucu duaları eşliğinde, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda değişik mermer parçaları ve sütunları kullanılmıştır.
Ayasofya 6 yy. Bizans eseri olmakla birlikte, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir eserdir. Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe, Roma’nın mirasıdır. Ayasofya’nın iç kısmı bir saray kadar gösterişli ve freskleriyle bir o kadar zengindir.
Bizans döneminde Konstantinopolis Patriği’nin Patrik Kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi’nin merkezi olan Ayasofya, vaktiyle büyük bir “kutsal emanetler” koleksiyonunu içermekteydi.
1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından sonra Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. Kilise, camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in kararıyla mozaiklerinden insan figürleri içerenler yalnızca ince bir sıvayla kaplanmıştır. Yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan korunabilmiştir.
Ayasofya Kilisesi, 1935 yılından beri müze olarak hizmet görmektedir. Yerli ve yabancı birçok turist tarafından ziyaret edilmektedir.
Ayasofya Kilisesi’nin Mimarisi
Ayasofya, mimari bakımdan, bazilika planı ile merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir eser olarak kabul edilir.
Ayasofya, her şeyden önce boyutu ve mimarisiyle önem taşır. Yapıldığı dönemin dünyasında hiçbir bazilika planlı yapı Ayasofya’nın kubbesinin boyutundaki bir kubbe ile örtülebilmiş ve böylesine büyük bir iç mekâna sahip değildir. Ayasofya’nın kubbesi Roma’daki Panteon’un kubbesinden küçük olmakla birlikte Ayasofya’da uygulanan yarım kubbe, kemer ve tonozlardan oluşan karmaşık ve sofistike sistem, kubbenin çok daha geniş bir mekânı örtebilmesini sağlayarak kubbeyi daha etkileyici kılmaktadır.
Taşıyıcı olarak beden duvarlarına oturtulmuş önceki yapıların kubbeleriyle kıyaslandığında; sadece dört payeye oturtulmuş bu denli büyük bir kubbe, mimarlık tarihinde gerek teknik, gerekse estetik bakımdan bir devrim sayılmaktadır.
Orta nefin yarısını örten ana (merkezî) kubbe, doğu ve batısına eklenen yarım kubbelerle çok geniş bir dikdörtgen biçimli iç mekân yaratacak şekilde öylesine genişletilmiştir ki; zeminden bakıldığında, gökyüzüne asılı gibi duran, tüm iç mekâna hâkim bir kubbe olarak algılanır.
İnşa sırasında duvarlarda tuğladan ziyade harç kullanılmıştır. Kubbe, yapı üzerine kondurulduğunda kubbenin ağırlığı; alt kısmı nemli kalmış harçla oluşturulan duvarların, dışa doğru bükülmesine yol açmıştır.
558 depremi sonrasında yapılan ana kubbenin, yeniden yapımı sırasında genç İsidorus, kubbeyi taşıyabilmeleri için önce duvarları yeniden dikleştirmiştir. Bütün bu hassas çalışmalara rağmen kubbenin ağırlığı yüzyıllarca bir problem olmaya devam etmiştir. Kubbenin ağırlık baskısı, binayı bir çiçeğin açılması gibi dört yanından dışa doğru açılmaya zorlamıştır. Bu problem, binaya dışarıdan istinat unsurlarının eklenmesiyle çözülmüştür.
Ayasofya’nın eşsiz mozaikleri (İkonaları)
Bu mozaikte ortada İsa, sağ madalyonda Cebrail, sol madalyondaysa Meryem Ana görülür. Sol alt kısımda görülen sakallı kişi Bizans imparatorlarından VI. Leon’dur. Ortodoksluk geleneğinde en fazla üç kez evlenilebilmesine karşın erkek çocuğunun olabilmesi için dört kez evlenmiştir. Bu yüzden bu ikonada, İsa’dan özür diler vaziyette, secde eder şekilde tasvir edilmiştir. İsa’nın elindeki Kitab-ı Mukaddes’te, İsa’nın İncilde- Yuhanna bölümünden bir sözü yazılıdır: “Size selamet olsun! Ben evrenin nuruyum.”
Mozaikler
Tonlarca altının kullanıldığı Ayasofya mozaiklerinin yapımında altının yanı sıra, gümüş, renkli cam, pişmiş toprak ve renkli mermer gibi taş parçaları kullanılmıştır. 726’da III. Leo’nun tüm ikonaların yok edilmesi emriyle, tüm ikona ve heykeller Ayasofya’dan kaldırılmıştır. Dolayısıyla Ayasofya’da günümüze gelebilmiş, surat tasvirleri içeren mozaiklerin hepsi ikonoklazm dönemi sonrasında yapılan mozaiklerdir. Bununla birlikte, Ayasofya’da yüz tasviri içermeyen mozaiklerden az bir kısmı 6. yüzyılda yapılan ilk mozaiklerdir.
1453’de kilise, camiye dönüştürüldükten sonra insan figürleri içerenlerin bir kısmı ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Ayasofya mozaiklerinin tamamen kapatılması 842 yılında ya da 18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiştir.
Sultan Abdülmecit’in isteği üzerine 1847 ile 1849 yılları arasında Ayasofya’da çeşitli restorasyon çalışmaları yapan ve sultandan restorasyon sırasında keşfedilebilecek mozaikleri belgeleme iznini alan Fossati kardeşler, mozaiklerin sıvalarını kaldırıp desenlerini belgelerine kopyaladıktan sonra mozaikleri tekrar kapatmışlardır. Bu belgeler günümüzde kayıptır.
Alt Kat
Narteks Mozaikleri
Ana kapıdan girilen ilk galeri “dış narteks” olarak adlandırılır, “çapraz tonoz” örtülü dokuz birimli bir galeridir. Buradan da iç narteks denilen ikinci galeriye 5 kapı açılır.
İç nartekste tavan mozaiklerle kaplıdır. Mozaiklerden sarı renkte parlayanların yapımında altın kullanılmıştır. Duvarlar, çeşitli ülkelerden ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinden getirilme dalgalı mermer levhalarla kaplıdır.İç narteksten ana nefe (ana salona) 9 kapı açılır. Ana salona açılan ortadaki ana kapı yalnızca imparator tarafından kullanıldığından bu kapıya “imparator kapısı” adı verilmiştir. Kapının üst kısmındaki duvarda (tympanum) 9. yüzyıldan kalma bir mozaik bulunur. Bu mozaikte ortada İsa, sağ madalyonda Cebrail, sol madalyondaysa Meryem Ana görülür. Sol alt kısımda görülen sakallı kişi Bizans imparatorlarından VI. Leon’dur. Ortodoksluk geleneğinde en fazla üç kez evlenilebilmesine karşın erkek çocuğunun olabilmesi için dört kez evlenmiştir. Bu yüzden bu ikonada; İsa’dan özür diler vaziyette, secde eder şekilde tasvir edilmiştir. İsa’nın elindeki Kitab-ı Mukaddes’te, İsa’nın İncil’de- Yuhanna bölümünden bir sözü yazılıdır: “Size selamet olsun! Ben evrenin nuruyum.” İlk kez W. Salzenberg tarafından yayımlanmış olan bu mozaik, 18. yüzyıla dek kapatılmamıştır.
Güney nef
Ayasofyanın ana mekânı paye ve sütunlarla üç nefe ayrılmış durumdadır: Orta nef (naos, ana salon) güney nef (ana nefin sağında) ve kuzey nef (ana nefin solunda). Sağdaki güney nefinde de tavan mozaiklerle kaplıdır. Bu mozaiklerde ikonaklazma dönemine özgü semboller göze çarpar. Bunlardan ikisi dört balık ve küçük karelerde yer alan svastika sembolleridir.
Bu güney nefinde I. Mahmut Kütüphanesi bulunur. Kütüphanenin görülebilen odası Osmanlı sultanının namaz kılmadan önce Kur’an okuduğu odadır. Odadaki rahleler sedef işlemeli olup duvarlar İznik fayanslarıyla kaplıdır. Odanın tavan ve zemini orijinal değildir.
Nefin doğu ucunda üç çeşit sütun görülür. Bunlardan kırmızı porfir taşından yapılma olanları Mısır’dan getirilmiştir. Yeşil olanlarıysa, Yunanistan’dan getirilmiştir. Binada kullanılan beyaz mermerlerin kaynağı genellikle Marmara Adası’ndaki mermer ocaklarıdır. Batı dillerindeki mermer sözcüğünün kökeni “Marmara”dır. Ayasofya’da toplam 107 sütun bulunmaktadır. Bu sütunların hemen hemen hepsi yekpare (monolit) olup, Ayasofya’dan da eskidirler. Çünkü bu sütunlar, imparatorluk topraklarındaki eski tapınaklardan getirilmişlerdir. Sütun başlıkları Bizans stilindedir ve ayrıca, sütun başlıklarının bazılarında küçük bir daire ve harflerden oluşan Jüstinyen’in arması görülür.
Absid ve Mihrap
Binanın doğu kısmının ucu dışarı taşkın durumda olup, üstü yarım kubbeyle örtülü bir absidle son bulur. 3. Ayasofya, diğer eski Ortodoks kiliseleri gibi geleneksel olarak Kudüs’e yönelik olarak inşa edilmiştir ve diğer eski Ortodoks kiliselerinde olduğu gibi absidinin ekseni inşa edildiğinde, tam olarak Kudüs yönünü göstermekteydi.
Absidin en üst kısmında, 9. yüzyıl tarihli kucağında çocuğu İsa’yı taşıyan, taht üzerinde tasvir edilmiş bir Meryem Ana mozaiği bulunur. Bunun sağında aynı yüzyılda yapılmış, Cebrail’i tasvir eden bir mozaik vardır. Meryem Ana mozaiğinin solundaysa bir deprem sırasında düşmüş olan bir melek mozaiği -muhtemelen Mikail’i- tasvir eden bir mozaik bulunmaktaydı.
Mihrabın her iki yanında 16. yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman’ın fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden getirttiği, iki dev kandil bulunmaktadır.
Absidde Bizans döneminde yıkılan pencerelerin yerini Osmanlı döneminde renkli camdan yapılma (vitray), ayetlerle süslü pencereler almıştır. Absid çevresinde Osmanlı döneminde eklenen yapılar yoğunluk kazanmaktadır. Örneğin absidin sağında mermerden yapılma minber, solunda Osmanlı sultanının namaz kıldığı hünkâr mahfili yer alır.
Orta nef
Orta nefin kuzey kenarını oluşturan çift katlı sütun dizisinin üzerindeki duvarda (tympanon) Ortodoks Kilisesi patriklerinin mozaikleri bulunur. Bunlar çok yüksekte olduklarından, dürbünsüz olarak net görülemezler. Ana mekân, duvarlardaki ve kubbedeki pencerelerden ışık alır.
Mozaiklerle kaplı ana kubbenin ortasında Bizans döneminde İsa’yı tasvir eden bir mozaiğin yer aldığı bilinmektedir. Kilise camiye çevrildiğinde diğer insan figürlü mozaiklerin sıvayla kaplanmasına karşın bu mozaik 17. yüzyıl ortalarına kadar açık bırakılmış, 17. yüzyıl ortalarında Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından üzerine “Allahü Nurüssemavat…” diye başlayan ayetin işlendiği bir sıvayla kapatılmıştır. Bununla birlikte mozaiğin, 1894 depreminde düşmüş olduğu da söylenmektedir.
Ana kubbede hem kubbenin ağırlığını azaltmak, hem de ana mekânın aydınlanmasını sağlamak üzere 40 pencere açılmıştır. Kubbenin mozaiklerini onarmak üzere kurulan 60 ton ağırlığındaki metalik iskele, onarım çalışmalarının sürmesi nedeniyle henüz kaldırılamamış olup, kubbenin tümüyle görülmesini engellemektedir.
Kubbeden payelere geçişi sağlayan dört pandantif üzerinde Hristiyan melekler hiyerarşisindeki bir melek sınıfını tasvir eden freskler bulunmaktadır. Bunların Kerubi melekleri mi, yoksa Seraphim melekleri mi olduğu konusu henüz kesinlik kazanmamıştır. Bizans’ın erken devirlerinde bunların mozaik olduğu ve tahrip olduklarında freske çevrilmiş oldukları düşünülmektedir. Üzerleri Osmanlı döneminde hiç kapatılmamış, yalnızca yüzlerine altın yaldızlı oval bir yıldız yerleştirilmiştir.
Bu 6 kanata sahip melek fresklerinden ikisinin birkaç yıl önce restore edilmiş olmasına karşın, yağmurun sızması nedeniyle yeniden tahrip oldukları görülmektedir. Bu tahribatın nedeni, Bizanslıların yapıda dere kumu yerine deniz kumu kullanmış olmalarıdır. Zira deniz kumu, inşaatta kullanılmadan önce suyla yıkansa da bir miktar tuzu bünyesinde tutmakta ve kumun yapıda kullanılmasından sonra bu tuz, yağmur sularını çekici ve emici bir işlev görmektedir. (Bu tahribat özellikle üst kattaki tavan mozaiklerinde etkili olmuştur.)
Orta nefin iç nartekse yakın kısmında Helenistik dönemden kalma (MÖ 4. yy.) Bektaşi taşından yapılma iki büyük küp bulunmaktadır. Bunlar III. Murad döneminde Bergama’da bulunmuştur. Bu küpler, Ayasofya’ya getirilerek burada su içme gereksinimlerini karşılamak üzere kullanılmıştır. Küplerden büyük olanı, 1200 litrelik bir kapasiteye sahiptir.
Duvarlardaki boş taş çerçevelerde Bizans döneminden ikonalar bulunmaktaydı. Orta nefte iç nartekse paralel olarak uzanan iki küçük tünelde Ayasofya’nın en eski mozaikleri bulunur. Bu mozaiklerden birinde; ilk Hıristiyanların kullandıkları Yunan alfabesinin beş harfini içeren, sekiz dilimli daire sembolü bulunur.
Kuzey nefi
Kuzey nefinde en dikkat çekici eser, nefin batı ucunda bulunan beyaz mermerden yapılma kare biçimli sütundur. “Terleyen sütun” olarak adlandırılan ve hakkında sayısız rivayet bulunan bu sütun, günümüzde dilek dileme yeri olarak kullanılmaktadır. Dilek dilemek isteyenler, elinin başparmağını sütundaki deliğe sokup, elleriyle kesintisiz bir daire çizmeye çalışır. Delik, sütuna geçirilmiş bronz bir plakanın ortasında yer almaktadır.
Çıkış
Üst kata çıkılmadan, binadan dışarı çıkılmak istendiğinde iç narteksin güney ucundaki kapı kullanılır. Bu çıkış kapısının üzerine yerleştirilmiş ayna; çıkış yönünde ilerleyen ziyaretçileri, arkalarında kaldığı için göremedikleri bir mozaik olduğunu hatırlatmak üzere yerleştirilmiştir.
Mozaikte, ortada çocuğuyla birlikte Meryem Ana yer alır. Meryem Ana değerli taşlarla süslü bir tahttadır. Koyu lacivert bir kaphoriun giyen Meryem Ana’nın başörtüsünün kenarlarında altın yaldızlı bir şerit, alnında ve omuzlarında da altın yaldızlı haç bulunmaktadır. Olgun bir insanın yüz hatlarıyla tasvir edilen “çocuk İsa” sağ eliyle vaftiz işareti yapmakta ve sol elinde “malik olma”yı simgeleyen bir rulo tutmaktadır. Solda Üçüncü Ayasofya’yı inşa ettiren Jüstinyen, Meryem Ana’ya Ayasofya’nın bir maketini sunar halde tasvir edilmiştir. Bu Ayasofya maketinde kubbenin üzerinde bir haç bulunduğu görülmektedir. Sağda ise Konstantinopolis’in kurucusu sayılan Roma imparatoru Büyük Konstantin, Meryem Ana’ya surlarla çevrili Konstantinopolis’in bir maketini sunar halde tasvir edilmiştir. Adı Bizans alfabesiyle yukarıdan aşağı doğru yazılmıştır. Meryem Ana’nın tahtının zeminini oluşturan mozaik taşlarının yapımında, gümüş kullanılmıştır.
Çıkışta yer alan, artık kapatılamayan bronz kapı, dünyanın en eski kapılarından biri sayılmaktadır. MÖ II. yüzyıla ait bu kapı Ayasofya’ya, Tarsus’taki bir tapınaktan getirilmiştir. Ayasofya’nın zemini, Bizans dönemindeki bir depremden sonra 30–35 cm. yükseltilmek zorunda kalınmıştır. Bu yüzden bu kapı iptal edilerek yerine yenisi yapılmış fakat eski kapı başka yere götürülmeyerek orada bırakılmıştır. Bu sayede, kapının alt kısmından Ayasofya’nın 6. yüzyıla ait zemini görülebilmektedir.
Üst kat
Üst kata alt kattaki iç narteksin batı ucunda yer alan bir kapıdan geçilerek, “Arnavut kaldırımı” tarzında döşenmiş bir rampadan çıkılır. Bu rampa, imparatoriçenin tahtıyla sarsılmadan taşınmasına merdiven basamaklarına oranla daha büyük bir kolaylık sağlamaktaydı. Rampa duvarlarında yer yer eski tuğla kemerler görülür. Bizans döneminde de, Osmanlı döneminde de üst kat daima kadınlara ayrılmıştır.
Güney üst nefi
Törenleri izlemek üzere Ayasofya’ya gelen imparatoriçe üst kata çıkarılır, törenleri maiyetindekilerle birlikte üst katın güney nefindeki “imparatoriçe locası”ndan izlerdi. İmparatoriçe locasından günümüze ulaşan kısımlar; mermer başlıklı iki küçük yeşil porfirden yapılma sütun ve zemindeki, imparatoriçenin tahtının konacağı yeri göstermek üzere yerleştirilmiş dairesel yeşil porfir taşından oluşur. Bu yeşil daire, omphalion’daki daireler gibi yapılmıştır. Buradan binanın alt katı ve iç mekânına hâkim bir bakış açısı elde edilebilmektedir.
İmparatoriçe locasının az ilerisinde, üzerlerindeki anahtar kabartmalarından dolayı “Cennet ve Cehennem Kapısı” olarak adlandırılan, vaktiyle bir kapı içerdiği sanılan, duvarlara sabitlenmiş iki mermer blok görülür. Bu bloklar üzerinde yaşam ağacı, balık gibi semboller içeren küçük kabartmalar bulunur. Kilise temsilcileri synod adı verilen toplantıların yapılacağı odaya gitmek üzere bu kapıdan geçerlerdi.
Buradan geçildikten sonra sağ tarafta yer alan duvarda, 12. yüzyıldan kalma (1261′de yapıldığı sanılan), “deisis” (ÄÝçóéò) olarak adlandırılan, “İsa’nın, Kıyamet Günü insanlık için Tanrı’dan niyaz dilemesini” simgeleyen bir mozaik bulunur. Alt kısmı yok olmuş bu büyük mozaikte ortada İsa, sağda Vaftizci Yahya, solda ise Meryem Ana görülür. İsa’nın sağ eli, alt kattaki iç nartekste yer alan mozaikte de görüldüğü gibi, “vaftiz işareti” denilen bir halde tasvir edilmiştir (başparmağın ucu “kalbe giden yol”la ilişkilendirilen yüzük parmağına temas eder haldedir).
Bu mozaiğin muhtemelen diğer çeşitli Ortodoks Kiliseleri’nde taklit edilmeye çalışılan bir özelliği; İsa’nın yüzünün sağ ve sol yarılarının birbirlerinden farklı olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Bu fark, sağ ve sol gözlerde de görülür. Bir yapım hatası olmayan bu özellik, Leonardo da Vinci’nin ünlü eserinde de görülmekle birlikte, Ayasofya’daki bu mozaik 12. yüzyılda yapılmış olduğundan Vinci’nin eserinden daha eskidir. Mozaiği yapan sanatçı, İsa’nın yüz kısmına öyle bir özellik kazandırmıştır ki; mozaikten Kudüs yönüne doğru 10-15 metre kadar yürünerek geri dönüp mozaiğe bakıldığında hem İsa’nın yüzünün iki yarısı simetrik hale gelir, hem de İsa’nın gözleri o konumdaki kişiye bakar bir vaziyet alır.
Güney üst nefinin doğu ucunda, sağda Pizza Kulesi gibi eğrilmiş bir sütun bulunur. Solda ise yine alt kısımları tahrip edilmiş iki mozaik yer alır. 1122′de yapılmış olan ilk mozaikte, ortada çocuğuyla Meryem Ana, solda, elinde bir para kesesi tutan Bizans imparatoru II. Ioannes (Johannes) Komnenos, sağda eşi İren görülür. Mozaiğin, 90 derece açı yaparak yan duvarda (payede) devam eden kısmında imparatorun veremden ölen oğlu Aleksios tasvir edilmektedir. İmparator ve eşi oğullarının genç yaşta ölmesinden sonra çocuklar için ücretsiz bir hastanenin açılmasını finanse etmişlerdir.
11. yüzyıldan kalma diğer mozaikte ortada İsa yer alır. Bizans mozaik sanatında genellikle, İsa baştaki haleye bir haç iliştirilerek tasvir edilir ve ayrıca mozaiklere kimlikleri açıklayıcı yazılar eklenir. Bu nedenle, Bizans mozaiklerinde kimliklerin teşhis edilmesinde zorluk çekilmez. Mozaikte sağda imparatoriçe Zoe yer alır. Zoe, eşlerinin ölümünden dolayı üç kez evlenmiş ve üç imparatora eşlik etmiştir. Her evlenişinde, mozaikteki imparatoru ve adını değiştirmek gerektiğinden; sanatçı, mozaikteki imparatorun vücudunu tümüyle değiştirmek yerine yalnızca kafayı ve kim olduğunu açıklayan yazıyı değiştirme yoluna gitmiştir. Bu yüzden mozaikte, imparatorun kafasının ve adının çevresinde kazınma izleri görülmektedir. Mozaikteki son eşi, imparator IX. Konstantinos Monomakhos’tur. O da elinde bir para kesesi tutar halde tasvir edilmiştir.
Bu mozaiğin solundaki girintide yer alan mermer bloğun üzerinden bakıldığında tam karşıda, absidin üst kısmısyla yarım kubbe arasındaki kemerde görülen; bir kanadın alt ucunu ve ayak kısmını gösteren mozaik parçaları, vaktiyle burada bir melek mozaiğinin bulunduğu izlenimini vermektedir. Bu mozaiğin, muhtemel bir deprem sırasında düşmüş olma ihtimali yüksektir.
Mermer bloktan hafifçe sağa doğru bakıldığındaysa; absidin üst kısmında yer alan, kucağında çocuğunu taşıyan Meryem Ana mozaiği buradan daha iyi görülebilmektedir. 9. Yüzyıl tarihli, Meryem Ana’yı taht üzerinde tasvir eden bu mozaikte, tahtın üzerindeki minderlerde pik (maça) sembolleri bulunur. İsa’nın giysisinin sarı renkte parlayan mozaik taşlarının yapımında altın, beyaz renkte parlayan kısımlarının yapımındaysa gümüş kullanılmıştır.
Kuzey üst nefi
Kuzey üst nefinde günümüzde Ayasofya’nın mozaiklerinin ve çeşitli kısımlarının büyük boy fotoğrafları sergilenmektedir. Bu nefin sağ tarafında kuytuda kalan bir duvarda imparator Aleksandros’un (912-913) mozaiği bulunur.
Nefin doğu ucundaki bitiminde, solda aşağı kata iniş rampası bulunur. Sağda ise, güney nefinin ucundaki girintinin simetriği tarzında bir girinti yer alır. Buradan bakıldığında tam karşıda, absidin üst kısmı ile yarım kubbe arasındaki kemerde Cebrail’i tasvir eden mozaik görülür. Mozaik buradan, alt kattan görülme derecesine kıyasla daha iyi ve daha yakından görülebilmektedir. 9. yüzyıl tarihli bu mozaikte, kanatlarıyla tasvir edilmiş baş meleklerden Cebrail, sol elinde bir küre tutar halde tasvir edilmiştir. Bu kürenin dünyayı temsil ettiği sanılmaktadır. Fakat mozaiğin dünyanın yuvarlak olduğunun bilinmediği 9. yüzyılda yapılmış olduğu göz önüne alınırsa, sanatçının hangi bilgiye dayanarak dünyayı yuvarlak temsil etmiş olduğu düşündürücüdür.
Absiddeki Meryem Ana mozaiği buradan da görülmektedir. Bu mozaiğin öteki nefin bitimindeki girintiden görülmesine kıyasla buradan görülmesinin tek farkı, buradan Meryem Ana ve İsa’nın bakışlarının düşmüş olduğu sanılan melek mozaiğine yönelmiş olduklarının fark edilebilmesidir.
Avlu
Alt kattaki çıkış kapısından avluya çıkıldığında gözüken, abdest gereksinimini karşılamak üzere inşa edilmiş şadırvan, I. Mahmut döneminde eklenmiştir. Sol taraftaki kapı türbelere açılır. Ayasofya Müzesi’ne ait türbeler, II. Selim’in, III. Murat’ın, III. Mehmed’in, sultan Mustafa’nın, sultan İbrahim’in ve şehzadelerin türbeleridir. Türbeler günümüzde, artık ziyarete açılmıştır.
Bu türbelerden birinde yürütülen restorasyon çalışmaları sonucunda; bilinen en büyük, erken Hristiyanlık dönemine ait vaftiz havuzu ortaya çıkarılmıştır.
Figen Karaaslan