Kiliseyi nasıl gördüğümüz, nasıl düşündüğümüz ve algıladığımız ’Eklisioloji’nin inceleme alanıdır.
Aslında bu konu, en iyi olarak, akademisyen ilahiyatçılar tarafından dini seminerlerde incelenebilecek kadar derin bir kavram olarak gözükse de, gerçekte böyle değildir.
Her hristiyan için hayati önem arzeden bir mevzudur.
Bunun üzerine çok kafa yorduysanız veya hiç düşünmediyseniz bile, kiliseden bir çıkarımınız vardır, bu sadece varsayımsal bir şekilde olsa bile bir şekilde bir eklisioloji (kilise) anlayışınız vardır.
Kiliseyi ele alıp ilgilenmeniz gerekir: Onu, bizzat İsa kurmuştur ve kiliseden bahsetmiştir ve neredeyse 2000 yıldır tarihin büyük bir parçası haline gelmiştir.
Kiliseyi nasıl tanımlıyorsunuz; bu temel soruya sizin nasıl cevap vereceğiniz büyük ölçüde İsa Mesih kimdir? sorusuna vereceğiniz cevapla ilgilidir.
Eğer İsa Mesih gönderilen bir çok peygamberden her hangi biri ise, kilise daha az önem arz eden bir kavramdır, çünkü her zaman diğer başka peygamberler ve yollar aracılığıyla Tanrı’ya ulaşılabilinir.
Eğer bu bakış açısından bakılıyorsa, Hristiyanlık bir çok olası dini seçenek içerisinden sadece bir tanesidir. Dahası, tüm (en azından bir çoğunun) dinlerin bir parça hakikat yönü vardır. Bundan ötürü hangi dini tercih edip seçeceğiniz sadece basit bir sorudur.
Hiçbir din, size daha çok hitap eden, daha iyi bir din olmasının haricinde, bir diğerinden üstün değildir.
Bu şekildeki bir görüş açısı, misyoner (dini yayma) faaliyetlerine zarar verir, bir dinin doğru ve diğerinin hatalı olduğunu iddia edemeyiz manasına gelir (aynı şekilde bir değer yargısının doğru olup, diğer başka bir ahlaki yargının yanlış olduğunu tayin etmemiz de çok zor bir hale gelebilir). Bu bakış açısından ele alındığında, bir çok din bütün tarih boyunca geçerliliğini korumaktadır ya da insanlığın onlara ihtiyaç duyduğu bir şekilde, yeni bir vahiy eski bir diğerini takip ederek bölüm bölüm indirilmektedir.
Bugün bu görüş Amerika’da birçokları tarafından kabul görürken, bölünmemiş kilise bu görüşte değildir ve bu görüş geleneksel Hristiyanlıkla bağdaşmamaktadır.
Nitekim gerçek Hristiyanlık kurulduğu ilk günkü haliyle iyiyken, bugün günümüze ve durumumuza daha uyan başka şeyler adapte edilerek değişime uğratılmıştır.
Diğer taraftan,eğer İsa gerçekten kendinin iddia ettiği kişiyse; Tanrı’nın beden almış hali ve Kutsal Üçleme’nin ikinci kişisi ve Tanrı’nın antlaşmasını tamamlamak aracılığıyla gelmiş kişi ise, önümüze çok değişik bir tablo çıkmaktadır; İsa kiliseyi kurmuştur ve cehennem kapıları ona galip gelemeyecektir.
Kiliseyi yanlış algılamak, bizim birebir Tanrı ile olan ilişkimizde yanlış anlaşılmaya yol açacaktır ki İsa bu ilişkiyi amaçlamıştır.
‘’Benim bedenimden yemedikçe ve kanımdan içmedikçe sizin içinizde yaşam olmayacaktır’’ der Rabbimiz..
Ama bu sadece kilisenin içerisinde mümkündür ve bu konuda Tanrı Sözü gayet açıktır: Tek bir kilise, tek bir Tanrı, tek iman ve tek vaftiz vardır. O halde nasıl sözüm ona binlerce kendine kilise diyen topluluklara itibar edebiliriz? Akla üç ana cevap gelmektedir.
Birincisi; farklılıklara itibar edemeyeceğimizi söylemektir. Özünde bu aslında nihilizmdir! (yani bunu bilmediğimiz ve de bilemeyeceğimizdir) Böyle bir görüş açısı İsa’nın kim olduğunu iddia ettiği kişiyle uyum içerisinde değildir. Eğer İsa Tanrı ise ve bizim kurtuluşumuz için gerekli olan tek bir kilise kurmuşsa, bizi bu kilisenin nerede olduğunu bulamayacağımız bir belirsizlik içerisine mi terk edecektir? Böyle yapmış olsaydı, O'nun çarmıh üzerindeki acı içerisindeki ölümü boş yere olmuş olacaktı. Dahası, Kutsal Ruh’un bizi gerçeğe ulaştıracak olan rehberliğine olan dair sözü, sadece kötü bir şakadan ibaret olacaktı.
Eğer İsa’nın Kutsal Ruh’un bizi bütün gerçeğe ulaştıracak olan rehberliğine dair olan sözü,yalan bir söz ise,o halde onun verdiği diğer sözlere neden güvenmeliyiz?
Eğer Tanrı’nın dünyayı çok sevmiş hali bu ise, vay bizim halimize, başımız büyük bir belada demektir! Gerçekten de böyle bir görüş açısısı bizi Tanrı’nın sevgi dolu doğasını ve İsa’nın gerçekten Tanrılığı'nı sorgulamaya sevketmektedir.
İkinci bir yaklaşım ise en iyi ‘Minimalizm’ olarak açıklanabilir. Bu görüş açısı bir çok kilise topluluğu tarafından kilise olabilmek için daha az şeye gerek olduğu iddiasına ve o minimale indirgenmişliğin kilise olabilmeye yetebileceği savına itibar kazandırmaya yöneliktir.
Çünkü bu aza indirgenmişlik bir çok mezhep içerisinde mevcut olabilmekteyse ve bu aza indirgenmişlik kiliseyi ‘tek’ yapabiliyorsa, bu tek indirgenmiş iman, bir çok mezhep çatısı altında mevcuttur.
Tabi ki minimalizmle ilgili sorun, minimalizmin ne olduğuna karar verebilmektir! Bir an için ne kadar aza indirgenmişliğe ihtiyaç olduğuna hüküm verecek yargıcın kim olduğu sorusunu boş verirsek, bir çok çeşit olası indirgenmişlikler olduğunu görmekteyiz.
Minimalizm getirdiği anlayış, İsa adına iyi işler yapanların kilise olduğudur. Bu görüş açısı İsa ve doktrin hakkında bir çok değişik inanca olanak vermektedir. Aslında Kutsal Kitap’ın bir çoğunu reddederek ama halen İsa’ya inanarak (muğlak bir şekilde) kilisenin bir parçası olarak adledilebilirsiniz.
Böyle bir görüş açısı David Koresh, mormonlar,Yehova Şahitleri, episkopaller, Holy Rollers, baptistler, Roma Katolikleri ve hatta Arianları ( İsa’nın Tanrısal doğasını reddeden ve ekümenik konsil tarafından sapkın ilan edilen) ve hatta müslümanları bile kilisenin bir parçası haline getirebilir!
Anlamı biraz daha daraltılmış şekilde ama hala minimalist olarak,bir takım inançları gerektirir;örneğin İsa Tanrı’dır ve Kutsal Kitap Tanrı kelamıdır. Bu minimalize edilmiş gereksinimlerin ne kadarının dahil edildiğine bağlı olarak,kiliselerin izledikleri bakış açıları daralıp daralmayabilir.
İşte kesinlikle bütün Protestan Hristiyanlığın temelini teşkil eden bu minimalizm anlayışıdır! Örneğin;bazı kiliselerin çok kısa bir minimumlar listesi vardır (Methodistler,Fundamentalistler gibi ‘Sadece İsa’ya iman et ve kurtul vs.’) diğer yandan bazılarının daha gelişmiş inanç itikatnameleri vardır (örneğin Lutheranlar ve inandıkları Augsburg İtikatnamesi)
Kiliseyi en büyüğünden minimum şekilde algılama şekli, muhtemelen Anglikan nosyonu olan ‘Dal’ teorisidir.
Bu görüşe göre,bölünmemiş kilise itikadına inanan ve kökenini elçisel atanmaya dayandıran kiliseler, gerçek kilisedir; örneğin Roma Katolik, Anglikan ve Ortodoks kiliseleri..
Minimalizmin diğer çeşitleri gibi,’dal’ teorisi de ‘minimum’un tayinini belirleyebilecek bir otorite yoksunluğundan muzdariptir.
Roma Katolikleri, Anglikanlar ve Ortodokslar imanın ne olduğu konusunda hemfikir değildirler (örneğin Papanın yanılmazlığı ve ‘Filioque’ doktrinleri) ve bölünmemiş kilisenin neye inandığı konusunda da uzlaşı içerisinde değillerdir.
Bu indirgenmiş inançlar silsilesinin ne olduğuna karar verebilmenin zorluğunun yanı sıra, minimalizm üç başka problemden de muzdariptir; bunun sonucu çelişki ve karşılıklı birbirini dışlayan inançlardır, indirgenmiş inançların tayinine karar verebilecek yetkili bir yargıç yoktur ve bu Kutsal Kitap’a aykırıdır.
Minimalizm, açıkça kilisenin Amerikan anlayışında hakim olan görüş olarak, birbirine tezat ve çelişen bir çok inanca itikat etmekle sonuçlanır.
Bir kere minimuma indirgediğiniz vakit, bir çok ekleme kabul edilebilir hale gelir -Papanın yanılmazlığına inanabilirsiniz veya inanmayabilirsiniz, Komünyonda İsa’nın kanı ve bedeni ile mevcut olduğuna inanabilir veya inanmayabilirsiniz, elçisel atanmaya inanabilirsiniz veya inanmayabilirsiniz, ’sadece Kutsal Kitap’ deyip kelamın hatasızlığına inanabilir veya inanmayabilirsiniz. Çünkü bu inançların bir çoğu birbiri ile çelişki içinde tutarsızdır ve karşılıklı olarak çatışır.(Aynı anda hem papanın yanılmazlığına inanıp hem de papanın yanılmazlığını reddedemezsiniz,aynı anda Kutsal Kitabın hatadan muaf olduğuna inanıp, Kutsal Kitap’ta da bazı hatalar olabileceğine inanamazsınız.) Minimuma indirgenmiş inançlarla ilgili söylenmesi gereken tek seçenek, tutmayı tercih ettiğiniz ekleme her itikadın gerekli olmadığıdır- herneye inanıyorsanız inanın. Başka bir deyişle, minimumun ötesinde gerçek, tarif edilebilir bir gerçek yoktur. Bu nedenle,örneğin Komünyon İsa’nın kanı ve bedenini ihtiva etsin ya da etmesin veya papa yanılmaz olsun olmasın, bu tartışılır ve en azından Hristiyan bir bakış açısıyla, kesin olarak tespit edilemez.
Böyle bir görüş tatminkar değildir ve iman konusunda bölünmeye yol açar. Bu yüzden böyle bir bakış açısıyla kilise mantıki olarak sapkınlıklar yüzünden temelinden sarsılacak ve onu İsa’nın saf ve lekesiz gelini olarak görmek, kilisenin birbirinden değişiklik arzeden ve çelişkili çok sayıda uygulaması ve itikadı sebebiyle tutarsız olacaktır. Bu belkide enazından bir çok Amerikalı hristiyanın görüşüdür!
Başkan Truman’ın şöyle söylediği farzedilir: "Hepimiz aynı trenin yolcusuyuz, aynı istikamete gidiyoruz. Sadece farklı kompartmanlardayız".
Başka bir deyişle, neye inandığınız çok önem farzetmemektedir. O yüzden insanların hangi kiliseye akılları yatıyorsa oraya gitmek istediklerini söylediklerini duyduğunuzda, onlar işte minimalisttirler. İnsanların Roma Katolikliğinden Lutheranlığa geçtiğini duyduğunuzda veya Lutheran inancından Methodist kiliseye geçtiklerini duyduğunuzda, izledikleri teoloji ve ilahiyatı değiştirmedikleri sürece, onlar minimalisttir. Bir kişi ciddi ve derin bir biçimde teolojik değişime uğramadıkça, eğer ciddi anlamda minimalistse veya cahil veyahut çalışmayı, öğrenmeyi arzu etmeye isteksiz olduğu sürece, Episkopal inancından Presbiteryenliğe, Methodistliğe ya da Roma Katolizmi'ne geçemez. Böylesi milyonlarca insan için kesin bir minimum vardır (bunun hakkında muhtemelen pek fazla kafa yormamışlardır) ve bunun ötesinde,hangi inancı beğenirlerse ona kapılıp onu seçeceklerdir.
Elbetteki minimalizmde inancın indirgenmiş halini tayin edebilecek, kararını verebilecek otorite sahibi bir hakim yoktur. Bir çoğu sadece Kutsal Kitap’ı kabul etmeniz gerektiğini söyleyecektir. Ama her nasılsa, iki ayrı kişi Kutsal Kitap’ı kabul edebilir (hatta Tanrı’nın kelamı olarak) ve aynı Kutsal Kitap üzerinden birbirinden çok farklı anlamlar çıkartabilirler. Yani, Kutsal Kitap’ı yorumlayabilecek merkezi bir otorite yoktur.
Nitekim Din Makalelerindeki 6 numaralı makale der ki, Episkopallerin Kutsal Metinler tarafından kanıtlanmamış, gerçekliği saptanmamış bir şeye inanmaları beklenemez; problem şudur ki, bu kanıt kime gösterilmelidir ve hangi standartlar altında bu kanıt bir hüküme vardırılabilir?
Minimalizmde, ‘minimum’un neyi içerdiğinin tespitini yapacak ve hüküm verecek bir otorite, hakim olmadığı için, her birey kendi adına minimumun ne olduğuna karar vermek durumundadır. Böyle bir bireyselliğin sonucu ise haliyle karmaşadır. Sonuç Hristiyanlığa ‘kafeterya’ tarzı bir yaklaşımdır -ne istiyorsan onu al, neyi beğenmiyorsan onu bırak ve lütfen kimsenin seçimine müdahale etme-.
Bunun ulaştığı mantıklı sonuç ise, kilisenin imanının değil ama bireyin imanının ön plana çıkmasıdır. Bundan dolayı, her birey veya cemaat ve diyakozluk/piskoposluk kilisenin geri kalanını büyük ölçüde görmezden gelerek kendi kabuğuna çekilebilir.
Bir çok muhafazakar Anglikan ve Episkopal de aynen bu şekildedir. Bütün olarak tüm kilise bir öncelik değildir. Önemli olan onların kendileri ve kendi cemaatleridir. Dolayısıyla kendi piskoposlukları veya mahalli kiliseleri eşcinsel evlilikleri kutsamadığı sürece çok fazla umursayıp üzülmeyeceklerdir- kendi komşu mahallelerindeki cemaatler ve piskoposluk eşcinsel evlilikleri kutsasa dahi…
Bu bakış açısından, bir kişi veya tek başına bir cemaat rahatlıkla her zaman inandıkları itikatlara tutunmaya devam edebilir ve ana kilise kendi istediği gibi takılabilir- birey olarak cemaatten birinin veya yerel lokal cemaatlerin üzerinde bir etkisi yoktur. Böyle bir görüş açısı ve uygulama minimalizmi en iyi tarif eden durumu teşkil etmektedir.
Bu bir çok sözde ESA piskoposluğuna, cemaatlerine ve inananlarına verilecek cevap, minimalizmi kabul ettiklerini ve kiliseyi başlıca bir bütün olarak görmektense, bireysel ya da cemaatsal olarak algıladıklarını söylemek doğru olacaktır (Kutsal Kitap’a oldukça aykırı ve ters bir görüş)
Nihai olarak bu insanlar için iman büyük bir parçadan kopmuş ve kişisel yoruma açılmış, bireyler tarafından belirlenmektedir, bunun sonucu da inanç ve uygulamalarda çeşitlilik, farklılıktır; bir Babil kulesi!
Böyle bireysel bir görüş açısı, aslında kilisenin en yetkin otoritesinin kişinin kendisi olduğu manasına gelir. Kilisenin bir bütün olarak bağlayıcı bir yetkisi yoktur. Buna göre bir kişi şunu iddia edebilir, farzı misal; iyi bir Katolik olduğunu ama Papa’nın Yanılmazlığı dogmasına inanmadığını veya Tanrı Anne, Kız, Ruh gibi sıfatları kullandığını belirtebilir.
Başka bir deyişle, koyunların hepsi dağılmıştır ve kurtulmak için tek başlarına çare aramalıdırlar. Tabiki daha akademiksel bir seviyede, kilise İsa Mesih’in Rabliğine ve Kutsal Ruh’un yönlendirmesine değil de, kişisel inanç ve teorilerin üzerine odaklanır.
Bir kurum olarak ‘’kilise’’nin kontrolü insani görüşlerle açıklanır ve bireylerin oluşturduğu en güçlü grup kontrolü ele alır.
Minimalizmin oluşturduğu bu bireyselcilik, kilisenin tutunduğu temel anlayış olabilirken, inanıyorum ki; tutucu uçta bulunan bir çok Episkopalin de, liberal uçta bulunanların da tutundukları temel kilise anlayışı budur. Liberallere göre baz alınan minimum, muhafazakarlara göre daha farklı olabilirken, fakat yine de Hristiyanlığın ne olduğuna kesin hüküm getiren, karar veren bireydir.
Gelenekçi muhafazakar taraf imanı tayin edecek inanç, yargı yürütme bazında belli başlı minimal standartlar getirebilirken, bu yine bireysel bir karar olacaktır.
Ve de liberal uçta bulunan için, minimumun ne olduğunu tayin etmek tamamen farklı bir kişisel tercih iken, yine aynı muhafazakar kısım gibi, kilisenin dayandığı iman, ilke ve itikatları tayin eden bireyselci bir yetki ve otorite mekanizmasıdır.
Farklı görüş ve standartları kabul ettikleri için,muhafazakar ve liberal kanatlar birbirleri arasında çelişki içindedirler.
Ama asıl buluştukları payda, kilise konusunda kesin belli bir anlayışı paylaşmalarıdır ki; bu minimalizmdir ve bireyselcilik ile sonuçlanır.
Gerekli olan minimumun ne olduğunu tayin edebilecek merkezi bir otorite olmadığı için, nihilizm konusunda karşımıza çıkan aynı sorunla baş başa kalırız. Kiliseyi oturtacağımız ve mezhepleri sorgulayacağımız bir yol yoktur. Her kilise ve mezhebin kendine göre doğru ve cevapları vardır (örneğin; Sadece İsa’ya iman et, vaftiz ol. Bazıları su kullanarak Baba,Oğul,Kutsal Ruh adına vaftiz şartı ararken diğerleri bu şartı aramaz)
Ama bunlardan hangisi doğrudur? Belki de en güvenli rota, en çoğa sahip, en fazlasını vaadeden hangi kilise varsa onu seçmektir.
Ama bu sadece minimalizmin aslında Kutsal Kitap dışı olduğu sorunsalına götürecektir. İsa Mesih’in Kutsal Ruh’u göndererek bizi yönlendireceği ve rehberliğiyle gerçeğe ulaştıracağı için verdiği söz aniden yerini sorulara bırakmıştır. Bütün bu farklı grupların minimumun neleri gerektirdiği konusundaki farklı fikirleri (Tüm bu gruplar Kutsal Ruh’un yönetimindedirler?!?)yüzünden, Mesih’in tüm bütünlüğüyle gönderdiği vahiy birdenbire kesinliğini yitirmiştir.
Ruhun yalan söylemeyeceği gerçeğine dayanarak, sadece minimumu bütün mezheplerin üzerinde uzlaşıya varacağı temel gerçek olarak mı almalıyız? Eğer öyleyse, peki bu nedir? Bütün bu kiliseler birbirleriyle uzlaşı dışındadırlar -örneğin, İsa Mesih gerçek Tanrı ve gerçek insan mıdır veya İsa Mesih gerçek Tanrıdır fakat insani doğası yoktur vs gibi-
Ayrıca minimalizm Kutsal metinlerdeki bizi yıkıma götürecek sahte peygamberlerden sakınmamızı salık veren ve Şeytan’ın kükreyen bir aslan gibi kuzuları yiyip yutmaya hazır beklediği gibi açık uyarıları tayin edip belirlemekte başarısız kalmıştır.
Kutsal Yazı ,Mesih’in kilisenin başı olduğunu ve Mesih’in de gerçeğin ta kendisi olduğunu işaret eder. (Yuhanna 12:6) Gerçek, belli başlı itikatların bir söylemi değil ama Tanrı’nın kendisidir ve de gerçeğin ne olduğunu ancak gerçeğin kendisiyle ilişki kurduğumuzda bilebiliriz. Mesih bizi onunla tümden bir ilişki kurmaya çağırdı. Mesih bizi sadece belli başlı şeylere itikat etmemiz için çağırmadı.
İlişki, inançların/itikatların sıralanmasıyla tam anlamıyla yakalanıp kurulamaz -örnek vermek gerekirse, evlilik kurumu hakkındaki inanılan şeylerin listesi, evliliğin kendisiyle aynı kefeye koyulamaz.
Kiliseyi sadece Tanrı hakkında bir kısım inançlar bütünü olarak görmek, kiliseyi kökünden yanlış algılamaktır.
Kilise, insanlığın Tanrı ile birleşip bütünleştiği bir topluluktur. O halde minimalizm yanlış bir dayanak noktası üzerinden kiliseyi tanımlamaya başlar. Kilise, imanı savunabilmek için doktrinini beyan eder ki, bu sadece Kilisenin Tanrı ile olan ilişkisinden dolayıdır. Bu, imanın ne olduğunu açıklamak için doktrin beyan etmekten farklıdır ki; iman bir yönüyle evlilik gibi, bizim izah edebilme ve kavrayabilme kapasitemizin ve gücümüzün üzerinde olan bir sırdır. Demek ki kilise ,Tanrıyla kurulu olan bir ilişki yerine sadece doktrin olarak düşünülüp ele alındıkça ,insan mantığı Tanrı’nın gizeminden daha önemli bir hal alıyor ve biz ilahiyatçılık oynamaya başlıyoruz.
Kilise doktrini imanın bütün bir tasviri değildir ve de olmamalıdır. Ama doktrin daha çok Tanrı’nın kilise ile arasında halihazırda kurmuş olduğu ilişki gerçeğinin kısmi bir savunma mekanizmasıdır.
Bir çok mezhebe verilecek üçüncü bir yanıt da, belki de en iyi olarak ‘’bütünlük’’ sıfatı altında ifade edilebilinir
Bu görüş açısından ele alındığında; kilise, İsa Mesih ile bütünlük ilişkisi içinde olandır. Bu bütünlük ilişkisi, bizim açıklayabilme kapasitemizin tamamen üzerindedir. Bu ilişki, bizim ancak buzlu bir camın arkasından algılayabileceğimiz bir gizemdir. Aslında tam olarak kilisenin ne olduğu konusunda kesin net bir tanımlama yapılamaz ama göreceli ve karşılaştırmalı olarak çıkarımlarda bulunabileceğimiz parçalar vardır.
İsa,bizi onunla içten bir ilişki kurmaya çağırdı ve de Kutsal metin, kiliseyi ‘Mesih’in bedeni’ olarak tanımlıyor. Mesih ile birliktelik neredeyse kilise oradadır. Kilise Mesih’in bedeni olduğu için, asla Mesih’ten ayrı düşemez.
Biri Mesih ile birleştikçe onun bedeninin bir parçası olur -kilise yapı gereği müşterektir (ortaklaşadır), bireysel değildir. Kilise, bedeninin her bir üyesinin birbiriyle, diğer uzuvlar arasında iletişim ve bağlılık içerisinde olduğu, Mesih ile yaşayan, canlı bir beraberliktir. Eğer bir uzuv hasta ise, bu diğer kısımlara da sirayet edecek, bulaşacaktır -bkz. 1. Korintliler 12:26.
Kilisede Tanrı insanlığa nüfuz eder; öyle ki insanlık da Tanrılaşabilsin diye.. Bizler kilise içerisinde tamamlandık ve bütün hale getirilip mükemmelleştik. Biz yeniden yaratıldık. Bir bütün olarak ele alındığında, vücut Mesih ile birleşmiştir ve Mesih kutsal, saf, lekesiz olduğundan dolayı, kilise de öyledir. Bireysel olarak kilisenin üyeleri kutsallaşma yolundadırlar ve de kurtuluş bir süreçtir; o halde bireylerin günaha karşı mücadele etmeleri gerekecektir ama cehennem onlara karşı galip gelmeyecekir, Mesih ile bir bütün olacaklar ve saf, kutsal, lekesiz yapılacaklardır. Bu yüzdendir ki; kilise Mesih’in saf, lekesiz gelinidir ve sapkınlıkların felakete sürüklediği bir topluluk değildir.
Bu kilise dünyevi zaman ve boyutta ayırt edilebilinir, çünkü tek bir Rab, tek bir iman, tek vaftiz ve İsa’nın kanı ve bedenini teşkil eden tek bir Komünyon sofrasına sahiptir. Mesih bölünemeyeceğinden ötürü, O'nun bedeni olan kilisede de bölünmüşlük olamaz. Birbiriyle çelişen ve farklı doktrinler de mevcut olamaz. Mesih kiliseye yalan söylemeyecektir ve Kutsal Ruh bizi tüm gerçekliğe ulaştıracaktır. O halde dışarıdan bakan her hangi birisi kilisede iman hakkında dirlik ve beraberlik bulacaktır; Kutsal Ruh’un işleyişi ile korunan bir birliktelik.
Kilise hatasızdır, çünkü kilise içerisinde işleyen Kutsal Ruh hatasızdır.
Ama buna rağmen kilisenin bireysel olarak bir üyesi yanılmaz ve de hatasız değildir.
Bir kişi, havarilerin iman ve uygulamalarıyla aynı bütünlükte olan bir kiliseyi tanımlayabilip gösterebilir; İsa Mesih’le ilişkide olmanın getirdiği bütünlük.
Kilisenin iman ve uygulamaları, İsa Mesih ile olan ilişkisi kesinlikle değişmez..
Kesin olarak birini kendi bedenine üye yapmak Tanrı’nın kendi takdirine kalmıştır. Bu nedenden dolayıdır ki, kilisenin dışında kalan ve kurtarılacak olan, Mesih'in bedeniyle bütünleştirilecek insanlar kesinlikle vardır. O halde diyebiliriz ki, kilisenin dışında kurtuluş yoktur.
Benzer şekilde kilisenin içinde yer almış ama kurtuluşu alamayacak kişiler de vardır. Mesih’in bedenine kimin üye olup olmadığına karar verecek olan bizler değiliz..
Birinin kurtuluşu aldığını (cennete gideceğini) söyleyemeyiz ama birisinin havarilerin iman ve uygulamalarına bütünüyle tutunduğunu söyleyebiliriz. Tabi ki bu kişi, bir Ortodoksdur (doğru itikatte bulunan) Bir de o iman bütünlüğüne sahip olmayanlar vardır ki, onlar Ortodoks değillerdir.
Bu iman bütünlüğü sadece dogmayı içermez, ama aynı zamanda iman ve uygulamanın kendisini de içerir.
Birisi iman ve uygulama bütünlüğüne sahip olduğunda, İsa Mesih’in bedeni ve kanını içeren Kutsal Evakaristiya gizini de paylaşır.
Bu imana sahip olmayanlar, kiliseden nispeten daha uzağa düşmüşlerdir ki, bu kilise dünyada görülebilinip bulunabilen bir kurumdur. Mezheplerin bölünmesi onların iman bütünlüğünden kopuşlarının sonuçlarıdır -kötülük tarafından sebep olunan bir ayrılık. Kutsal yazıda bu konu hakkında uyarılmaktayız.
Elbette ki, efendimiz İsa Mesih tek olan kiliseyi kurmuştur. Azizlere gönderilen imanı Kutsal Ruh'un inayetiyle muhafaza edip koruyacak işte bu tek kilisedir. Sadece tek bir iman vardır ve olabilir -Rab İsa tarafından kiliseye açıklanmış, verilmiş olan iman.
İsa bizi sahte inançlar konusunda uyarıyor ve ondan gelen gerek sözlü gerekse yazılı olarak tüm bütünlüğüyle havarilere aktarılıp geçen gerçek imana sadık kalmamızı salık veriyor.
İsa Mesih’le olan birliğinden ve Kutsal Ruh’un içinde işleyişinden dolayı, kilise yanlış öğretiyi reddeder ve gerçek olanı kucaklar.
O yüzdendir ki kilise,imanın ne olduğu konusunda tamamen birlik ve anlaşma içindedir ve de olacaktır.
İmandaki doktrinsel birlik gerekli bir olgudur ki; bu kilisenin bir ‘’sine qua non’’u, yani olmazsa olmazı,elzemidir.
İman bütünlüğüne sahip olmayanlar ‘kilise’ olarak görülmezler ki; yine de kilise onların kurtuluşu hakkında kesin bir yargıya, kanaate varmaz. Soruların başladığı noktada (örneğin; İkonoklazm ,Aryanizm hareketleri vs. gibi), gerçeğe ulaştıran Kutsal Ruh’un rehberliği altında konseysel olarak hareket eden, tek bir kilisedir. O halde ekümenik bir konsilin aldığı karar, kilise onu kabul etmediği sürece doğru kabul edilmez.
Ekümenik konsil tarafından açıklanan ve de kilise tarafından onanan, İznik amentüsü, kiliseyi tek, evrensel ve elçisel olarak tanımlar.
Kilisenin imanı ve uygulamaları ise Rab’den ve O'nun elçilerinden geliyordur. İmanın işte bu kısmı Kutsal Evakaristiya sofrasından paylaşımda bulunmanın ne manaya geldiğinin kilise tarafından anlaşıldığı halidir -Rabbinin bedeni ve kanı.
Komünyon sofrasından almak Mesih ile bütünleşmektir -karı ve koca arasında paylaşılan tekeşli beraberlikten daha da yakın bir beraberlik ve birlik. Mesih'le bütünleşmek, elbette O'nun vahyettiklerini kabul edip O'nun mesajıyla bütünleşmektir -azizlere gönderilen imanı kabul edip, yanlış öğretiyi reddetmek.
O yüzdendir ki, ne zaman ki iman konusunda anlaşmaya varırız, işte o zaman Kutsal Sofra’dan paylaşabiliriz. Kutsal Sofra’dan pay almak Mesih ve onun bedeninin bütün üyeleriyle kesin bir birliktelik içerisinde olmaktır. İşte bundan dolayı kilise kendisiyle aynı imanı paylaşmayan kişilere Evakaristiya sofrasını açmaz- sapkınlara sofradan pay vermez. Bu bölünmemiş olan kilisenin iman ve uygulamalarının bir parçasıdır ve münazaraya açık değildir. İznik ve İstanbul amentülerini açıklayan aynı konsüller, burada açıklanan imanı reddeden sapkınları aforoz etmişlerdir. (örneğin İkinci Ekümenik Konsil, Kanon 1.)
Mesih’in bedeni ve kanı dünyanın yaşamı için feda edildi ama sadece kiliseyle birlik içinde olanlara verildi. Sapkınlara kutsal sofradan pay vermemekle, kilise iman konusundaki bütünlüğünü korumuş olur ve imanın ne olduğunu açık seçik şekilde beyan eder. Aynı şekilde kilise, bedenin sağlıklı halini muhafaza eder ve sapkınları ruhlarına gelebilecek zararlı davranışlar konusunda engeller.
Çünkü Kutsal Sofra, layık olmayanı yakacak olan bir ateştir.
Rabbin Sofrası'nda bizler Tanrı'yla tam bir birliktelik içerisinde oluruz.
Unutma ki,,Tanrı'yı görüp de yaşamış olan kimse yoktur- burada biz Tanrı’ya ulaşıyoruz! Aziz Pavlus, bizleri Kutsal Sofra’dan yiyip içen ama bu kanın ve bedenin bilincinde olmayanların kendilerini yargılanmaya ve hatta ölüme götürdüğü konusunda uyarıyor (I.Korintliler)
Piskopos neredeyse kilise de oradadır çünkü piskopos elçisel imanın bütünlüğünü öğretir (aksi takdirde piskopos olamaz) ve Kutsal Sofrayı sunar. İmandaki birlikteliği ve dolayısıyla Kutsal Komünyon sofrasındaki birliği neticesinde, kilise sadece birleşmiş olur. Bölünme kiliseden ayrı düşüştür; bir ayrılık, imandan uzaklaşma ve dolayısıyla ayırtedilebilinir bir topluluk olan kilisedeki ‘sofrasal birlikten’ de..
Parçalanma (schism) asla kilise içinde bir bölünme değildir. Kutsal Sofradan pay alırken birisi Mesih’in hem yeryüzündeki hem de göksel bütün bedeni ile tam bir birliktelik içerisindedir; o yüzdendir ki birisi örneğin, şu anki Moskova, Antakya ve İstanbul patrikleri ve hem de Aziz Petrus, Pavlus, Basil, Patrick, Katherine ve elbetteki Bakire Meryem ile de birlik içerisindedir.
Öyleyse kilisenin gerçek birliği, İsa Mesih’in tek olan bedenini almakta ve paylaşmakta bulunur.
Çünkü Kutsal Sofra'dan paylaşımda bulunmak aynı imanı paylaşmayı gerektirecektir ki, Ortodoks bir hristiyanın Ortodoks olmayanla aynı sofradan paylaşımda bulunması mümkün değildir.
Bu demek değildir ki; biz Ortodoks olmayanları sevmiyoruz ya da onlarla hiçbir ortak noktamız yok, veya ki bizim onlardan daha iyi, üstün olduğumuz (öyle ki; onlar kurtulamazlar ama biz kurtuluruz gibi bir yorumu yapamayız yürekleri bilmek tamamen Tanrı’ya kalmış bir şey)
Öyleyse, Ortodoks için Ortodoks olmayanla aynı sofradan paylaşımda bulunmaması, onların doğru olmayan imanlarını reddetmekten ötürüdür -vahiyin bütünlüğü ya hepsini al ya da tümünden vazgeç şeklinde bir öneridir. Kilisenin sofra hakkındaki görüşünü ve paylaşını reddet ve tümden kiliseyi reddetmiş olursun! Kilisenin sofra hakkındaki görüşünü reddetmek zaten Ortodoks Kilisesi'ni reddetmektir.
Eklesioloji somut ve yabancı bir kavram gibi gözükürken, imanlı yaşamlarımızı nasıl yaşadığımız konusunda bizlere büyük etkide bulunur. Bizim kiliseden ne anladığımız İsa Mesih’in kim olduğundan ne anladığımıza dayanır. Kiliseyi görmek için 3 temel yol varken, bunlardan ilk ikisi ,nihilizm ve minimalizm sorunlar ve hatalar ile doludur.
Kilise bizim anlayış gücümüzün ötesinde kesin bir sır ve gizem iken, tek doğru yaklaşım onu bir bütün olarak ele almaktır ki; bu sonsuzlara dek Alfa ve Omega (başlangıç ve son) olan Tanrı’nın bizi kendisiyle birlik içinde olmaya çağırdığı bütün ve tam olan esinlemesidir.
A.A.